Bir ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi de, bir insanın adı eklenmeden de o ülkenin kendine özgü tarihi, sosyal ve coğrafi niteliklerinin diğer ülkeler insanları tarafından anlaşılabilir olmasıdır.
Örneğin "İran" dediğiniz zaman, arkasında binlerce yıllık tarihi, engin bir coğrafyası, zengin kültür birikimi olan bir ülke akla gelmelidir. Ama 1979'dan beri İran denilince mutlaka "Humeyni" adı da eklenerek İran düşünülüyor dünyada. Daha önce de "Şah'ın İran'ı" denilmez miydi?
Aynı şey Irak için de "Saddam" adı eklenerek yapılırdı. Irak, "Saddam'ın Irak'ı" ydı.
Bunun gibi "Nasır'ın Mısır'ı "nı, "Çavuşesku'nun Romanya'sı" nı, "Tito'nun Yugoslavya'sı" nı nasıl gördüysek, şimdi "Kaddafi'nin Libya'sı", "Castro'nun Küba'sı", "Putin'in Rusya'sı" veya "Chavez'in Venezuella'sı " demiyor muyuz bu ülkeleri anlatırken?
Oysa kimse İngiltere'yi Blair'e, Fransa'yı Chirac'a veya Almanya'yı Merkel'e iliştirerek anlatmıyor. Daha ötesi, kimse İsviçre'nin cumhurbaşkanının veya İsveç'in başbakanının adını bilmiyor.
SOVYET VATANDAŞI
Tek adamların veya hanedanların, bir ülkenin tarihinden de, halkından da daha ağır bastığı dönemleri, bugünün gelişmiş ülkeleri de geçmişlerinde yaşadılar. Bir dönemde Napolyon Fransa'dan daha ağırlıklı veya Kayzer Wilhelm Almanya'dan daha belirleyici isimlerdi. Ama geçirilen çağlar, demokrasi, sivil toplumun bilinçlenmesi ve örgütlenmesi, tek adamları da, hanedanları da üst kimliği belirleyici olmaktan çıkardı.
Iraklıların günümüzde yaşadıkları trajediyi, bu açıdan da değerlendirmek gereklidir.
Arap milliyetçiliğinin ağır bastığı ve tüm Iraklıların tek bir ulusun fertleri gibi görüldüğü dönemin ne kadar kısa sürede bir hayal olmasına aslında şaşırmamalıyız. 1990'lara kadar da "Sovyet vatandaşı" denilince, Azeriler de, Türkmenler de, Ermeniler de, Ukraynalılar da, Letonyalılar da, Kazaklar da bu kapsamda bulunmazlar mıydı? Oysa bugün Slav ırkından eski Sovyet vatandaşları bile farklı devletlerin vatandaşları.
Belirli bir zaman diliminde, farklı topluluklar, imparatorlukların bayrağı altında bir arada yaşarlardı. Yeni zamanlarda ise, bu farklılıkları, merkezi devletin askeri ve polisiye gücü bir arada tutabiliyordu. Bazıları bu güce ideoloji sosunu da ekleyerek, olayı bir ölçüde renklendiriyorlardı da.
Ama bu çağın geride kaldığını önce Yugoslavya'daki kanlı iç savaşla, şimdi de Saddam döneminde tek ulusmuş gibi görünen Iraklıların birbirlerini yok etmeye dönük iç kavgalarında görüyoruz.
SANAL BÜTÜNLÜK
Bu açıdan baktığınızda, Amerika'nın Irak politikasının bu ülkeye demokrasiyi getirmeyi amaçlarken bölünmeyi başlattığını da vurgulayarak, Başkan Bush'u kınayabilirsiniz. Ama aynı anda Saddam Irak'ının "Sanal bütünlüğü" nün, Amerika bu ülkeyi işgal etmese de kalıcı olamayacağını herhalde düşünmeniz gerekir.
Irak Trajedisi"nin düşündürmesi gereken bir başka evrensel gerçek de, "Devlet olmak için tek millet olmak ön şart değildir" söylemi içinde belki aranabilir.
Bu çağda farklı alt kimlikleri, birbirine zıt çıkarları, değişik renkleri, inançları bir arada ve aynı çatı altında tutabilen sistem, "Özgürlükçü demokrasi" dir. Demokrasiyi uzak ve yakın tarihte gündemlerine almayı başaramamış bütün ülkeler, şimdi Irak çapında olmasa da benzer krizlerin sancılarını yaşamaktadırlar. Bu ülkeler, doktriner ideolojilerin veya güçlü adamların yok olması ertesinde, ulusal bütünlüklerini nasıl koruyabileceklerinin yolunu pek bulamamaktadırlar.
Tarih ve coğrafyanın bizi birbirimize bağladığı Irak'ın, Türkiye'den ne kadar farklı bir durumda olduğunu anlamaya çalışırken, "Demokrasi" öğesinin ağırlığını hep hesapta tutmalıyız.