Bir siyasi liderin ölümü ertesinde, onu tek başına yaşamış ve hiç rekabet olmadan siyaset etmiş gibi değerlendirmek, herhalde doğru değildir. Bunu tarihimizi okurken Osmanlı'ya "İyi padişahlar-Kötü padişahlar" açısından bakarak denedik. Ne o padişahların yetiştikleri ortamı, ne çevrelerini, ne de yaşadıkları çağın global gelişmelerini tam anlamaya çalıştık.
Bu hatayı yakın tarihimiz için de tekrarlamaktan kaçınmalıyız.
Örneğin Bülent Ecevit'in siyasal yaşamını değerlendirirken, bir dönemde beraber olduğu, sonra da yollarını ayırdığı isimler var. Bunların arasında hemen akla gelenler, İsmet İnönü, Deniz Baykal, Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan olabilir. Bu arada siyasi yaşamının ana rakibi Süleyman Demirel'den, 1974'te koalisyon ortağı olan Necmettin Erbakan'dan ve 1980'li yıllara damgasını vuran Turgut Özal'dan da söz edilmesi gerekir.
Başbakanlığı döneminde anlaşmazlıklar yaşadığı iki cumhurbaşkanından biri Fahri Korutürk, diğeri ise Ahmet Necdet Sezer oldu. Kıbrıs Harekatı'nın başlangıcında rahmetli Korutürk'le yaşanan anlaşmazlık, kamuoyuna pek yansıtılmadı. Sezer'le Çankaya'daki MGK toplantısında patlayan anlaşmazlığı ise, Ecevit'in kendisi kamuoyuna "Devlet krizi" biçiminde sundu.
SADDAM
Bir politikacı yarım yüzyıl aktif siyasette başrol oyuncusu konumunda bulunursa, iç konjonktürdeki dalgalanmalar kadar dünyadaki değişimin de onun izlediği politikaları etkilemesi kaçınılmazdır.
Örneğin 1990'larda Irak'ın Kuveyt'i işgali ertesinde patlayan Körfez Krizi sırasında, Ecevit'in Bağdat'ta Saddam'ı ziyaret etmesi bile, herhalde hatırlanmalıdır.
Ecevit 1971'deki 12 Mart askeri müdahalesini de 12 Eylül 1980 darbesini de göğüsleyerek karşıladı. Ama 28 Şubat 1997'deki post-modern askeri müdahalede aktif katılımcı olarak, kurdurulmuş hükümette yer aldı.
Ama aynı Ecevit, "Padişah Vahdettin vatan haini değildir" şeklinde görüş de açıkladı, Fethullah Gülen okullarına manevi destek de verdi.
Siyasette ahlaklı ve şeffaf olmanın simge ismiydi. Ne var ki onun kurduğu "Güneş Motelleri" hükümetinin üyeleri, daha sonra Yüce Divan'da yargılanıp, mahkum oldular. Ecevit'in Başbakan Yardımcısı olduğu ANAP-DSP koalisyonunun başbakanı ve bakanları da aynı şekilde Yüce Divan'a gittiler.
KÖY-KENT
Özetle Ecevit Robinson Cruzoe gibi değildi. Bir ıssız adada tek başına yaşamıyordu. Sürekli yakın çevresini değiştiriyor, yurtta ve dünyada değişen koşullara da yetişmeye çalışıyordu. Ama bazılarına yetişemiyordu. Örneğin bu çağda hayal ettiği "Köy-kent projesi" bir fantezi olmaktan öteye gidemezdi. Ancak aynı Ecevit, Türk müteahhitlerinin potansiyelini ilk anlayan ve onlara ilk yurtdışı desteği veren Başbakandı da...
Bütün dünyada devlet adamları, hayatlarının sonunda aktifleri ve pasifleri ile değerlendirilir. Bu onların değerlerini ve önemlerini azaltmaz. Düşünün ki, Amerikan tarihinin en skandallı olayı ile istifa etmek zorunda bırakılan başkanı Nixon bile, ölümünde ulusal yas ve devlet töreniyle uğurlandı. Kimse de Nixon'ın Cumhuriyetçi olduğunu hatırlatıp, bundan Demokratlar'a pay çıkarmaya çalışmadı.
Bu açıdan Ecevit'e sevgi ve saygının gereği, onun cenaze törenini güncel politikanın gerginliklerinde araç olarak kullanmamaktır. Ecevit, bütün Türkiye'nin benimsediği bir "Devlet Adamı" olarak toprağa verilmelidir.
Eğer birileri Ecevit'in cenaze töreninden siyasi rant elde etmeyi planlıyorsa, unutulmamalıdır ki, bugün Ecevit'in arkasından özlü düşünceler açıklayan insanların çoğu, yaşamı süresinde onunla karşı kamplardaydılar. Ve unutulmamalı ki, Ecevit'in DSP'si son genel seçimde ancak yüzde 2 oranında oy alabilmişti.