Belirli aralarla veya benzer durumlar karşısında hep aynı filmi görmeye başlayınca, Gaziantep'in efsanevi sinemacısı Nakıp Ali'yi hatırlarım.
Nakıp Ali'yi Antepli olmayanlar, Ülkü Tamer'in yazılarından tanır. Onun anlatımıyla Nakıp Ali, Güneydoğu Anadolu'da sinema açan ilk kişiymiş. Ahşap Asri Sinema (sonradan altı beton, üstü beton Nakıp Sineması oldu) açılınca, Antepliler bu yeniliğe büyük ilgi göstermişler.
Gaziantep'in 1940'lı ve 50'li yıllarının bir çeşit "Cinema Paradiso"suydu onun sineması. Nakıp Ali de Philippe Noiret'in canlandırdığı Alfredo gibiydi. Yürekten sinema sever çocuklara, gençlere Alfredo gibi açardı kapılarını.
Ülkü Tamer'in bir anısını, buna örnek olarak aktarayım:
- 12 yaşındaydım. O gece annemle babam sinemaya götürdüler beni. "İki film birden" izledik. Sinemadan çıkarken Nakıp Ali beni gördü. "Nasıl, beğendin mi filmleri?" diye sordu. "Beğendim ama gelecek program çok güzel. Onu kaçıracağım" dedim. "Niye?" dedi Nakıp Ali. "Önümüzdeki hafta oynatacağız." "Ben yarın akşam İstanbul'a gidiyorum" dedim. "Talihine küs" dedi Nakıp Ali. Ertesi sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. Açtım. Bir adam. "Nakıp Ali seni istiyor" dedi. Sinemaya gittim hemen. Nakıp Ali kapıdaydı. "Gel otur" dedi. Salonda bir koltuğa oturttu beni. Görmek istediğim filmi 12 yaşındaki o çocuk için, sadece benim için oynattı.
O ÇOCUK GİBİ
Bir başka çocuğun hikayesini de şöyle anlatmışlardı bana.
Nakıp Ali, o hafta oynatılacak filmi bir gece önceden o çocukla birlikte seyredermiş. Ertesi gün film oynatılmaya başlayınca, o çocuk arkadaşlarıyla birlikte sinemaya gidermiş. Ama arkadaşlarına o filmi daha önce gördüğünü hiç söylemezmiş.
Film başlarmış. Mesela filmdeki bir erkekle bir kadın karşılıklı konuşurlarken, bizim çocuk "Bu adam bu kadını öpecek" diye bağırırmış. Biraz sonra adam kadını öpünce arkadaşları da, salondakiler de, "Bu çocuk olacakları nasıl bildi" diye şaşırırlarmış. Mesela polis ve gangster araçları arasında kovalamaca başlayınca bizim çocuk yine "Gangsterin arabası devrilecek" diye bağırırmış. Biraz sonra araba devrilince yine herkes "Bu çocuk olacakları nasıl bildi" diye şaşırırlarmış.
Türk siyasetinin son yarım yüzyılını bir gazeteci olarak izlerken, kendimi hep Nakıp Ali ile oynayacak filmi önceden seyreden bir çocuk gibi hissettiğimi söylemeliyim.
Genç Türk toplumunun yazılı hafızası olmadığı için, geniş kitleler uzak geçmişi de yakın dünü de derinine bilmez. Her gelişme sanki ilk kez oluyormuş gibi algılanır. Oysa ben ve benim gibi gözlemciler, daha önce izlediğimiz filmin yeniden, ama değişik oyuncularla çevrildiğini hep görürüz.
Örneğin demokrasi özellikle "Ankara'nın yerleşikleri"nin pek hoşuna gitmez. "Çevre"nin "Merkez"deki iktidara seçmenin oyu ile sahip kılınması, "Rejim"i rahatsız eder. Hele bu iktidar süresi uzamaya başlayınca, rahatsızlık iyice artar. Ondan sonra iktidar partisini bölme girişimleri başlar. Bu arada rejimin sağdan veya soldan tehdit edildiği söylenilmeye başlar. Bu arada bir takım provokasyona açık eylemlere de tanık olunur ülke çapında.
Yarım yüzyıldır aynı senaryonun değişik versiyonlarının sahnelendiğini gördüğüm için, bu sürece girildiği zaman hep "Ben bu filmi daha önce de görmüştüm" diye geçiririm içimden... Ama koca bir ülkenin kaderi bu çeşit bir kısır döngüye kurban edildiği için hem utanır, hem üzülürüm ve "Bu filmin sonunda şöyle olacak" diye bağıramam.
Bir başka gerçeği de hiç unutmam.
Neticede oynatılan film, bir yerli-yabancı ortak yapımdır. Türkiye dünyadan kopuk uzak bir okyanus adası olmadığı için, tüm senaryolarda global konjonktürün katkısı, iç dinamik katkısından daha fazladır.
GERÇEK GÜNDEM Mİ?
Bunu mesela "Güneydoğu Sorunu"nun dış kaynaklı bir bölücü terör hareketine dönüşmesinde de görürüz. Veya içerideki demokrasinin oluşturduğu iktidarın dış konjonktüre ters düşmesi durumunda, oynatılan filmin bir "Korku Sineması" örneğine dönüşmesine de tanık olursunuz.
Veya Türkiye'de iktidar olduklarını zannedenler, dış konjonktürden bağımsız oldukları hayaline kapılıp, Kıbrıs'ı fethederler. Ve sonra Türkiye iç ve dış politikasını kuşaklar boyu ipotek altına alan "Kıbrıs Sorunu" ile yaşamak durumuna düşülür.
Şu anda hepimiz Türkiye'nin gerçek gündeminin "Türban" merkezli bir "Rejim Krizi" olmaması gerektiğini biliyoruz. Ama filmdeki senaryoyu yazanlar belli ki bunu böyle oluşturmaya karar vermiş neticede. Ve bu filmin daha ilerideki planlarında bir cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir genel seçim olması gerekiyor.
Güneydoğu'daki bölücü terör de, Avrupa Birliği yolculuğu da, ekonominin istikrarı da, yapılması gereken reformlar da, şimdi filmin karelerinde yok. İzleyen 70 milyon insan, kendilerine sunulan filmin sahnelerine odaklanmış durumda.
Bakarsınız ilerideki kuşaklar, Cinema Paradiso'daki sinema makinisti Alfredo'nun, o dönemde bir çocuk olan Salvatore'nin büyüdüğü zaman seyretmesi için hazırladığı ve sansür edilip kesilmiş filmlerden oluşturduğu mutluluk sahneleriyle dolu film benzeri bir farklı filmi seyrederler.
Ama bizim kuşak Nakıp Ali'nin yanındaki çocuk gibi, hep "Biz bu filmi kaç kez gördük" diye iç geçirmeye mahkûmuz.