İki gün önce Akşam'da Serdar Turgut'un televizyon programlarını yerden yere vuran ve yazılı basını kendince yücelten bir yazısı yayınlandı. Satır başları ile şöyle diyordu:
* Ben Türk televizyon kanallarını seyretmeyi çok uzun yıllar önce bıraktım... Bu ekranda görünen insanlar tamamen farklı bir lisan konuşuyor olmalılar. Ben onların dediği tek bir cümleyi bile anlayamıyorum... Bu insanları göre göre bizim insanımızın beğenme çıtası sürekli aşağıya çekilmektedir.
* İzlenen yöntem şöyle: Tamamen irrasyonel bir kurgu yapacaksınız ve rol yapmayı katiyen bilmeyen üstelik de Türkçe konuşma kusurlu insanlara rol vereceksiniz. Bu dizi anında Türkiye'nin en popüler dizisi olur. Gerçek yaşamdakiler de dizilerden gördüklerini taklit ettiklerinden; diziler ile gerçek yaşamı tamamen birbirine karıştırmış olduğundan, gerçek yaşamla ilgili malumat vermesi beklenen haber saatleri de arkası yarın skeçlerine ve ortalama Türk dizisine dönüşmüş durumda.
* Gazeteleri ne kadar uğraşsanız da bu dizileri sevenlere hitap edecek kadar kötüleştiremezsiniz işte bu nedenle gazete satışları pek artmıyor bu ülkede. Berbata alışmış insanlar televizyonla yatıp onunla kalkıyorlar ve arada okumak gibi kendilerine lüzumsuz gelen banal işlerle meşgul değiller.
Serdar Turgut'un yazısından esinlenen Engin Ardıç da, konuyu şöyle devam ettirdi Akşam'da:
* Serdar, dünkü yazısında, Türk televizyon kanallarını seyretmeyi çok uzun yıllar önce bıraktığını, berbat dizileri, iğrenç haberleri izlemediğini yazıyordu... Ruh sağlığı son derece bozuk bir toplumda, eğitim ve kültür düzeyi de berbat, zeka düzeyi de. Bu sefillik giderilmeye çalışılacağı yerde büsbütün üretiliyor. En fazla 'Avrupa Birliği'ne böyle mi gireceğiz?' şeklinde timsah gözyaşları dökülüyor. Lumpenproletarya, Türkiye'yi adım adım teslim alıyor.
* En hışır seyirciye seslenen diziler, en kafasız müşteriye yönelik haber bültenleri...
İyi kötü başlatmıştık, elbette yanlışlarımız ve eksiklerimiz de vardı, gelişecekti, öylece kaldı. Kalmadı da, geri gitti. Bazı yönetmenler 'odunu bile oynatırım' diye övünürler... Bunu yaptılar, odunları çıkarıp gerçekten oynattılar ve televizyon filmciliği de öldü. Gelişecekti, yerlere düştü.
Bu iki yazarın yukarıdaki ifadelerle yerden yere vurdukları olgu, milyonlarca izleyicinin, yüz milyonlarca dolarlık reklam pastasının, on binlerce çalışanın ve önemli sermayelerin devrede olduğu büyük bir sektörü ifade ediyor. TRT'yi de katarsanız, kamu kaynaklarından bu sektöre aktarılan 300 milyon dolarlık bir sübvansiyon da devrede.
"Popüler Kültür nedir" konulu tartışmaları, "İletişim Çağı'nda medyanın rolü" üzerinde ahkam kesmeyi şimdilik bir yana bırakalım.
Ancak bir de gerçek var. Yüz binlerce okura hitap eden iki yazar böyle kırıcı ifadelerle geniş kitleleri ilgilendiren televizyon yayıncılığını eleştirmeyi göze aldıklarına göre, ortada tabii ki daha ılımlı ve daha az öfkeli biçimde ele alınması gerekli bir " Sorun " bulunmakta.
Serdar Turgut'un " Gazeteleri, ne kadar uğraşsanız da bu dizileri sevenlere hitap edecek kadar kötüleştiremezsiniz " iddiası da tartışılmalı bu arada. Televizyoncular izlenmek için kendilerini parçalarken, gazeteler de tiraj artırmak için " Popüler Kültür "ün gereklerine veya "Lumpenproleterya"nın beklentilerine uygun olan her şeyi yapmıyorlar mı? "Ağırlıklı" gazetelerin "Büyük boy tabloid" olma çabası yok mu sanki devrede? Kesin olan gerçek şu... Türkiye'de bu konular, Turgut ve Ardıç'ın ifadeleri kadar sert içerikli olmasa da çeşitli kesimlerde çok sık tartışılıyor.