"Başlamak bitirmenin yarısıdır" demişler.
Atalarımızın sinsi, ürkek, cimri, kurnaz yanlarını ortaya koyan pek meşhur sözlerinden biri değildir bu. Sevdiğimiz atasözlerindendir.
Umut ve gayret verir.
"Bismillah" deyip yola koyulmanın değerini vurgular.
Alttan alta da asıl zor olanın "başlamak" (yola çıkmak-eyleme geçmek) olduğunu hissettirir.
Fakat zaman ilerliyor, devir değişiyor; böylece insanların davranış kalıpları da bazen açık açık, bazen pek de çaktırmadan farklı hallere bürünüyor.
Şu atasözümüz mesela...
Artık hedefi on ikiden vuramıyor. Sıkıntılarımızın bam teline dokunamıyor. Talebi karşılamıyor. Motive etmiyor.
Çünkü ortalık hep bir şeylere "başlayan" fakat bir türlü bitiremeyenlerle dolu!
Çünkü başlayan yarısında bırakıyor!
***
Geçenlerde neden bilmem, yıllar sonra yine Oğuz Atay'ın Günlük'üne elim gitti. Orada gördüm.
"Tehlikeli Oyunlar" romanının kahramanı Hikmet Benol için aldığı notlardan birinde şöyle yazmış Atay: "Hikmet'in olaylarla ilgili bir özelliği: kendini bir süre kaptırdığı yaşantıların hiçbir zaman sonunu getiremiyor. Olayların tam bütün düğümleri çözülmek üzereyken davayı terk ediyor. Üzerine bir bezginlik çöküyor. Hikmet, herkes namına, hepsinin yaşantısını öldüresiye sıkıcı buluyor."
Malum, bunları 1970'te kurguluyor Oğuz Atay. Henüz başlayıp da bitirmemenin ayıp sayıldığı yıllarda yeni yeni filizlenmeye başlayan bir "tip"in karakteristik çizgilerini resmediyor.
***
1990'larda insanların, hele gençlerin hep projeleri vardı. Bir türlü başlayamadıkları ama üzerine titredikleri bir sürü projeleri...
2000'lerle birlikte durum değişti sanki!
Cesaret arttı. Başlama cesareti.
Hevesler hevesleri, ilgiler ilgileri, başlangıçlar başlangıçları izliyor.
Sonra bir an geliyor, bırakılıyor. Çünkü hepsi "sıkıcı" bulunuyor.
Diyebilirsiniz ki, bu bir kılıf. Bir örtü. Haklısınız!
Ama kabul etmeliyiz ki, hissiyatı çok gerçek bir kılıf, çok ağır bir örtü.
Bir genç geçenlerde şöyle dedi bana: "Başlamak bitirmenin yarısı ama hep yarısında kalıyorum. Ortasında canım sıkılıyor, hevesim kırılıyor."
Belki de basit bir "sıkılma" değil bu, her şeyden önce gelen bir hayal kırıklığı! Hıristiyanların "ilk günah" kavramı gibi bu çağın insanlarının da temelden bir "hayal kırıklığı" var.
İnanmayışın ve yeryüzünde varoluşun can sıkıntısı!
Ya da yanılıyorum. Belki Hikmet Benol gibiyiz artık. "Bitirmenin bir çeşit ölmek olduğunu hissediyor" ve yarım bırakarak ölümden kaçacağımızı sanıyoruz.
Ne yanılgı ama!