2009 yılıydı..
İlk "Açılım" zamanı yani...
Bir canlı yayında siyaset dışı konular üzerine sohbet ederken, laf döndü dolaştı, "barış gelir mi?" sorusuna vardı.
Herkes bir şeyler söyledi.
Bazen insan yayın sırasında bir sözün peşine takılır, zihni kopar gider.
Gündelik hayatımıza, hayallerimize, dileklerimize ve bunların dualarımıza yansıyış biçimlerine dalıp gitmiştim.
Laf bana dönünce...
Dudaklarımın arasından "peki barış için dua ediyor muyuz" diye bir karşı soru dökülüverdi.
Hatırlıyorum, stüdyoya uzun ve tuhaf bir sessizlik hakim olmuştu.
***
Atalarımız, kahramanlarımız, artık aramızda olmayan sevdiklerimiz için dua ediyorduk...
Ordumuzun zaferi, düşmanlarımızın kahrolması için dua ediyorduk...
Ülkemizin ve ailemizin refahı için, kendimizin ve yakınlarımızın başarıları için dua ediyorduk...
Bazen işi arsızlığa vurup han, hamam, apartman için açık açık dua ettiğimiz oluyordu.
Ama
barış için, evlatlarımızın ölmemesi için ne toplu olarak ne de kendi başımıza dua ettiğimiz söylenemezdi.
Savaşla yaşamaya alıştırılmıştık! Ülke savaşa rağmen her yıl ekonomik büyümesini sürdürüyor ve her acı haberin üzeri bu büyümenin etkileriyle örtülür sanılıyordu.
Ateş her seferinde düştüğü yeri yakıyor ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu.
Barış yapabilmek için önce onu hayal etmek gerekir. Oysa biz barışı hayal bile edemez hale getirilmiştik.
***
Barış yapmak, sadece siyasetin tepesindekilerin altından kalkabileceği bir şey değil.
Siyasetin gücü buna yetmez.
Sosyolojik zemini oluşmamış bir barış tutmaz.
Sosyolojik zemini oluşmuş bir barışı da top tüfek bile bozamaz. Allah'tan, toplum medya gibi değil!
Toplum medyadan daha hızlı ve dolgun bir olgunlaşma süreci yaşıyor.
Barışın hayalini kurmak bir yana, toplum artık elle tutulur, gözle görülür bir şey olarak barışı tecrübe edebiliyor.
Duası sadece silahların susması için değil, ülkenin tamamında kalıcı bir barışın tesisi için...
Olacak bu sefer!
Ama
kışkırtmadan, kandan, savaştan, karanlık heyecanlardan ekmek yemeye alışmış medyaya ne olur, işte onu bilemiyorum!