Her güne yüzü gözü şiş, burnu akar, genzi yanar ve ciğerleri tıkanmış halde uyanıp da yine de fazla dert etmiyorum.Çünkü bütün bunlar güzelim bahar mevsiminin cilveleri!
Aynı şey sonbaharda olsaydı, nasıl canım sıkılırdı. Astım spreyimi aradığım yerde bulamadığımda şimdi olduğu gibi dalgaya vurur muydum acaba? Sanmam.
Hele kışın her güne böyle uyansam, eminim, yataktan çıkmak içimden gelmezdi.
Ama bahar başkadır!
Güneşin müjdeleri her tatsızlığı yumuşatır.
Bir tarihte "ameliyat olmuş hastaların yakınları üzerinde mevsimlerin etkileri" hakkında bir araştırma okumuştum.
Aklımda kalan şu...
Baharda herkes hastasının çarçabuk iyileşip eve döneceğine inanıyormuş. En kritik ameliyatlar bile bu inancı değiştirmiyormuş.
***
Ben
şubat ayını ve martın ilk haftasını tahliye bekleyen bir
mahkûm gibi geçiririm. Benim için "
dışarısı" bildiğimiz bahar mevsimidir.
Şükür
ki, vakit geldi. İşte yine "
dışarıda"yım.
Uzun yolda dikkatim çekti:
Gelincikler erkenden boy vermişler. Yol kenarları
mor hayıtlarla bezenmiş. Zeytinliklerin altına papatyalardan bembeyaz bir örtü serilmeye başlamış ki, arabayı kenara çekip uzun uzun bakmadan edemedim.
***
Varoluşçu filozoflardan
Gabriel Marcel'in "
çaresizce bekleme" ile "
aktif bekleme" arasına keskin bir çizgi çekmesini anlamlı bulurum.
Birincisi, kış depresyonu gibidir. Mızmız ve umutsuzdur. Bir süre sonra neyi beklediğini unutur, sadece bekler.
Oysa "
aktif bekleme" tabiatın bahar mevsimindeki halini andırır. Nabız yükselir, coşku artar. Umuda doğru bir el uzatılır. Elbet o eli bir tutan da olacaktır!
***
En iyisi...
Bu yazıyı
Ziya Osman Saba'nın dizeleriyle kapatmak...
"Bu bahar güleceğiz en içten bir sevinçle/ Bir melek ordan bize uzatacak elini/ Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle/ Ümitlerin en güzelini."