Ortadoğu ölümün yurduymuş! Orada sadece ölüm yüceltiliyormuş! Oysa Batı'da ölmek değil, yaşamak kutsanırmış!
Ne zaman Ortadoğu ölümü yüceltip kutsamaktan vazgeçecek ve "medeni" olacakmış!
Her dönemde yeni kılıklara bürünse de çok eski bir söylem bu.
Ama birkaç gündür, bilgisinden görgüsünden emin olduğumuzu sandığımız kişiler de bu söylemin içinden konuşur oldular.
Sanki Ortadoğu dünyadan bir makasla kesilip ayrılmış; Batı'yla ve Doğu'yla hiç ilişkiye girmemiş gibi...
Sanki bu "medeniyetler ve dinler beşiği" koca bölge hiç yok yere bu şiddet çemberine dolanmış gibi...
Diyorlar ki...
Neden Ortadoğulular ölmeyi, öldürmeyi bir yana bırakıp 'adam gibi yaşama' hedefine bağlanmıyor? Neden Avrupalılar'ın yaptığını yapamıyor?
***
Aslına bakarsanız, bu sorulara gülüp geçebilirsiniz de...
Ama bu söylemin olup bitenlere sadece güncel gözlüklerle bakanları etkilediğini göz ardı etmemek gerek.
Bu soruları soranları dinlediğinizde sanabilirsiniz ki...
Batı daha dün İsrail'i o coğrafyaya getirip kondurmamış...
Arap devletlerinin neredeyse tamamının haritası Batı masasında çizilmemiş...
Hatta sanabilirsiniz ki...
Zaten iki dünya savaşını da Ortadoğulular çıkartmış; sömürgeciliği de dünyanın başına bela eden de onlarmış!
Oysa hiçbir toplum "yaşam sevinci"ni bilinçli bir tercihle ıskalamaz. Bunu yaparsa, yaşayamaz.
***
İyi niyetli bir arayışın sonucu bile olsa, Ortadoğu'yla ölüm kültürünü yapısal olarak birleştiren tezler "karanlık" bir sürece açılırlar.
Şimdi de durum bu.
Birincisi...
Ortadoğu'daki eski ve yeni bütün acıların, şiddetin, ölümün, ama daha önemlisi yakında patlak verebilecek geniş bir savaşın da bütün günahı yine Ortadoğu'ya yüklenecek!
İkincisi...
Üzerinde "garip bir lanet olduğuna" ve şiddetle arasında tarih-dışı köksel bağların varlığına inanılan bir Ortadoğu (Müslümanlar ve bölgenin onlara uyan diğer halkları) kültürel-entelektüel bakımdan iyice yalnızlaştırılacak!
Şimdi söyleyin bakalım...
Batı'nın oltanın ucuna takıp entelijansiya eliyle bize doğru uzattığı bu yemi yutup sindirecek miyiz?
(NOT: Batı'da gördüğümüzün özünde "yaşama değer veren" bir ortam değil, neoliberal sistemin bekası adına bireylerin tüketici kimliklerini garanti altına alan bir kitle kültürü inşası olduğunu bir başka yazıda tartışırız.)