En azından kendi kendimize kaldığımızda ara sıra durup para konuşmalıyız! Korkmadan, utanmadan, kaçmadan... Parayla ilişkimizi konuşmaktan; hayatımızda paranın tuttuğu yerle hesaplaşmaktan kaçındıkça "yalan dünya"ya daha çok teslim oluyoruz. Para kazanmak mı? Para kazanıyor bizi aslında! Para harcamak mı? Çok sonra anlıyoruz ki, para harcıyor bizi...
***
Haydi tam bu noktada Andre Gorz'un anısını selamlayalım!.. Ömrünü iktisadın insan yüzü üzerinde çalışarak geçiren ve 2007'de karısıyla birlikte hayata veda eden düşünür diyordu ki; "sayılamayan, toplanıp çıkartılamayan, satılamayan ve satın alınamayan ne varsa, işte onlardır hayatın ve insanın mutluluğunun özü!"
***
Sosyalistti Gorz. Ama "ütopya" yı toplumsal idealden değil, bireysel tercihten kalkarak tarif ediyordu: "Ütopya, bir sabah sevgiliyle baş başa kalmak için işe gitmeyi reddetmekle başlar."
***
"Sultan Süleyman'a kalmadı bu dünya" sözü muktedir ve müstekbirlere karşı evrensel adaletin sesiydi! Ne yazık, şimdi tuzu kuruların hedonist afra tafrası olup çıktı: "Amaaan! Sultan Süleyman'a kalmamış bu dünya, vur patlasın çal oynasın!" Bir sözün anlamı nasıl böyle cıvır, çürür? Aslında şaşacak bir şey yok! Her çağda iktidarlar ezilenleri onların sözlere yükledikleri
anlamları ellerinden alarak silahsızlandırır!..
***
Gece yarısı açık bir fırından taze ekmek almak... Şafakta poğaça ve börek salonundan sıcacık poğaça almak... Akşamüstü karşına çıkan ilk simitçiden kaptığın simitleri bir koşu eve veya işyerine getirmek... Bütün bunların sihri nerede? Lezzette mi? Hayır! Günün bu üç saatini ve üç yiyeceği eşsiz kılan şey kokudur: Fırın kokusu!
***
Çocuklara bakış açımız biz yetişkinlerin zihniyet dünyasındaki "çocuklukların" aynasıdır. Yıllarca sindirilmiş, ürkütülmüş, dünyaya kapalı büyütülmüş çocuklara
"uslu" deyip durduk! Usluluk, yani "aklıbaşındalık" öyle bir şeydi bizim için! Şimdi de ortalığı kırıp döken, hiçbir şeye odaklanamayan, davranışlarının sonuçlarını hesap edemeyen çocuklara "
aşırı zekiler de ondan..." tavrıyla yaklaşmaya başladık! Sonuç... Asıl problem çocuklarda değil, yetişkinlerin çocuklara bakışında!
***
Oturduğum kafede yanı başımdaki masada bir grup orta sınıftan orta yaşlı kadın oturuyor... Bakımlılar, çekiciler. Fakat yüzlerinde garip bir yorgunluk var. Çok geçmeden anlıyorum: Bir büyük yarışın yorgunluğu bu! Yıllardır eşlerini, çocuklarını, kendilerini başkalarıyla yarıştırmaktan bitkin düşmüşler.