Herkesin kendine göre bir inancı olabilir ama herkesin kendine göre bir dini olmaz, olamaz!
Tanrı inancı ile din olgusunu birbirine karıştırmak Türk modernizmine özgü bir "icat"tır!
İstenmiştir ki, her şey "birey ile inandığı Tanrı arasında bir ilişki olarak" kalsın! Öyle kalırsa, laikliğin de problemsiz yürüyeceği sanılmıştır!
Ama yürümemiştir. Yürümüyor! Yürümez!
Çünkü din bireysel olduğu kadar toplumsal ve tarihsel bir paylaşımdır.
Siz ne kadar dini evlerin arka odalarına, insanların yalnız kaldığı saatlere ve zihinlerinin içine kapatmaya çalışırsanız çalışın...
O sokağa çıkar, komşuluğa gider, yollara düşer!
***
Şimdi başka bir tuhaflık belirmeye başladı...
Ramazan gelince
ekranlardaki ilahiyatçıların sayısı artıyor ya, o zaman daha iyi fark ediyorum bu tuhaflığı...
Türk modernizmi ve laiklik anlayışı bireyin din algısı ve yaşamını
sessiz bir arka odaya kapatmak istedi ya...
Günümüz ilahiyatçıları da (darılmasınlar ama) şimdi
o odayı kütüphaneye çevirmek istiyorlar.
Haklarını yemeyeyim...
Bolca bilgelikten ve kalpten de dem vuruyorlar tabii.
Ama açtıkları kapı hep bilgeliğe değil bilgiye, kalbe değil
"ders çalışmaya zorlanan" zihne açılıyor.
Katı laiklerin sokaktaki insanın inancını küçümseyen ve gözden ırak tutmak isteyen tavrıyla çok bilgili ilahiyatçının sokaktaki insanın din bilgisini küçümseyen tavrı nerdeyse
aynı madalyonun iki yüzü gibi...
***
Geçen yıldı galiba...
Üç ilahiyatçı bir masa çevresine oturmuş pek anlaşarak sade insanın din yaşantısını şöyle eleştirmekteydi: "Bazen eşe dosta soruyorum, evinizde imanla ilgili hangi kitaplar var diye... Bir Kuran meali, bir de Sahih-i Buhari diyorlar... Bunu maalesef yeterli buluyorlar!"
Tam bu noktada diğer iki ilahiyatçı biraz bıyıkaltı, biraz da o sözü edilen insanları küçümseyici bir biçimde gülümseyerek gözleriyle arkadaşlarını onaylıyorlardı.
Bu yıl da en gündelik dini konulardan söz edilirken hafiften kibirle
"bu işin bir metodolojisi var canım, öyle rasgele iman olmaz" diyenine rastladım.Ekran karşısında, oturduğum yerde büzüldüm kaldım...