Haliç kıyısında tarihi binalar topluluğu...
Köprünün tam altında kalan eski Levazım Okulu, bugünün Beyoğlu Adliyesi. Üzerinden geçen günde üç bine yakın aracın pisliği, tozu, gazı bu binaların bahçesindeki muazzam çınarların ve orada çalışanların üzerine yağıyor.
Dün bir yakınımın duruşması için oradaydım. Her ayrıntıyı saatlerce ve dikkatle gözlemledim.
Şimdi benden ne yazmamı beklediğinizi kestirebiliyorum. Adliye çilesini anlatmamı bekliyorsunuz.
Beş metrekarelik odaya yirmi beş bin dosya sığdırıldığını; avukatların doğru düzgün dosya inceleyecekleri bir sehpa bile bulamadıklarını; duruşmaların küçücük salonlarda dip dibe yapıldığını, daracık koridorlarda davalı ve davacıların, eli kelepçeli tutuklularla, mağdur ailelerin tıklım tıkış bir arada olduğunu anlatıp şikâyet etmemi bekliyorsunuz.
Haklısınız!
Hepsi de doğru! Üstelik daha neler neler var!
***
Ama madalyonun öteki yüzü de var.
Beni (hani hep olumsuzluklara alışmışız ya!) azıcık şaşırtan, çokça sevindiren "insan" yüzü...
İlk kez bir adliyede, hem de
ceza mahkemeleri bölümünde kavgalı gürültülü bir hava değil,
"yumuşacık" ve
"insanca" bir hava soludum.
Bir gıdım aylığıyla hem ailesini geçindirmeyi hem de kendine özen göstermeyi nasılsa becerebilen sevimli
kalem görevlileriyle...
Mahkemeyle işi olan hiç kimseyi aşağılamadan ama mahkemeye gösterilmesi gereken saygı dozunu henüz herkes koridordayken hissettiren sessiz ve işini iyi bilen
mübaşirleriyle...
O daracık ve boğucu odalarda arka arkaya "nikâh kıyar" gibi zor davalara bakmak zorunda kalan fakat yine de dikkatini, esprisini ve güler yüzünü yitirmeyen
hâkimleriyle...
Ve çaycısına, otoparkçısına kadar daha birçok görevlisiyle...
Sakin, iddiasız ve
insanca bir iklim hâkimdi
Beyoğlu Adliyesi'ndeki atmosfere.
Bir kez daha inandım..
Hâlâ dünya dönüyorsa...
Bütün çirkinleştirme çabalarına karşın hâlâ güzelse bir şeyler...
Hep işine ve başkalarına saygılı, vicdanlı, önyargıları zihnini karartmamış sade ve iyi insanlar sayesinde.