Geçen hafta güzel bir öğle sonrasıydı.
Alaçatı'nın bütün sokaklarını dolaştık.
Yaz ortasının o meşhur kalabalığında bile hep tenha kalan iç mahallelerden; emlakçıların üzerinde "satılık" yazılı bir bez iliştirip tatlı hayallere daldıkları metruk taş evlerin yanı başından, seramik atölyelerinin ve antikacıların bulunduğu sokaklardan, etrafa mis gibi taze ekmek kokusu yayan fırınların önünden geçtik...
Belli ki, geçen kış içinde muazzam bir inşaat faaliyeti gerçekleşmişti.
Ve nerdeyse yeni inşa edilip sezona yetiştirilmeye çalışılan her binanın kapısında aynı tabela vardı.
"Butik otel."
***
Sonra daracık bir sokakta çok şirin bir bina çıktı karşımıza. Bahçesi yemyeşil ağaçlarla kaplıydı, bahçedeki sardunyalar nasıl da coşmuştu!
Arkadaşım alkışlı tezahürat yapınca...
"Ne oluyor?" dedim. "Baksana" dedi arkadaşım, "yeni trende göre o da butik sayılır ama kapısına dürüstçe pansiyon yazmış! Onu alkışlıyorum!"
"Canım, hizmet açısından butik otel seviyesinde olduğunu nereden biliyorsun?" diye soracak oldum. "Butik olduklarını iddia edenlerin çoğunun şu pansiyondan farkı var mıdır? Bana masal anlatma!" der gibi bakınca... Sustum.
***
Eğri oturup doğru konuşursak...
Bir oteli "butik" yapan esas özellik oda sayısının ve sunulan imkânların sınırlılığı değildir. Öyle olsa "küçük otel" der, içlerinden sevdiklerimizi seçer, geçerdik!
Yatağa temiz çarşaflar sermek, rustik mobilyalar yerleştirmek ve odaya televizyon koymamak hiçbir oteli "butik" yapmaya yetmez.
Konu "şıklık"sa eğer...
Eyvah! Zaten o durumda her yüz "butik otel"den sekseni sınıfta kalır, emin olun!
Yok mesele misafire sunulan "aktivite" ler ve hizmet kalitesiyse...
Büyük oteller son birkaç senedir bu açıdan çağ atladılar. Hangi "butik" onlarla yarışabilir?
İmkânsız bu!
***
Nerdeyse büyük otel fiyatına oda satılan bir "butik otel"de esas olan gelenlere hiç zorlamadan "evinde gibilik" duygusu yaşatmak ve "kişiye özel" hizmet vermektir.
Bu kadar yalın!
Böyle yerler yok mu?
İddia edildiğinden çok daha az sayıdalar ama varlar.
Problem tanımlamak için bir "giriş" olarak şu kadarını söyleyeyim...
Ömrü boyunca her şeyi ayağına istemiş, tuzluğa bile uzanmaktan hoşlanmamış, balkondaki çiçeğinin solduğunu fark edip sulama zahmetine katlanmamış ve en önemlisi başka insanları hiç sevip saymamış kişiler hasbelkader bu işe soyununca...
Olmuyor, olamıyor!