Vapur üzerine son yazım geçen gün Fotomaç'ta yayınlandı. "Bunu gazeteye de yazıp tekrarlasana, okuyucular farklı" diyenlerin gazına geldim. Aşağıya bazı bölümlerinden aktarma yapacağım izninizle. Çünkü bugünü vapur günü ilan ettim kendime.
Asma kabağına konan kelebek
Fener maçına deniz yoluyla gittim. Trafiği gözüm kesmedi. Beşiktaş'tan Kadıköy vapuruna atladım. Metrekareye en az üç sarı-lacivert formalı yolcunun düştüğü koca tekne Fener tribünü kıvamındaydı.
Suya atladı atlayacak!
Geminin adı Prof. Dr. Aykut Barka. Hani şu genç yaşta yitirdiğimiz ünlü saygın bilim adamımız.
İçimden merhum hocamıza sevgi minnet geçerken aniden duygu savrulmasına uğradım. Gördüğüm şeye önce şaşırıp sonra korktuğumu itiraf ediyorum. İçeride, oturduğum yerin penceresinden geminin tam ucunda bir kadın silueti çarptı önce gözüme. Cama yaklaşıp, iki elimi yansımaya maske yapıp dikkatlice baktım. O ne? Titanik filmindeki gibi bir sahne. Genç bir kız, hem de üzerinde gelinlikle kendini denize atmak üzereydi.
Elden gidiyor Kezban
"Amanın, eyvah eyvah, gitti gidiyor gelin kız" diye haykırmışım. Yolcular telaşıma hak vermek, katılmak yerine gülmeye başladılar.
Sesimi yükseltip bağırdım hepsine; "Bu kadar mı kaybettiniz duygularınızı? Maç heyecanı kalbinizi taş etmiş sizin. Açtırın şu kapıyı da ben kurtarayım gelin kızı."
Gülmeyin kardeşim!..
Baktım hala gülüyorlar, koşup bir çımacı buldum.
Felaketi ona haber verdim:
- Hemen kaptana haber ver gemiyi durdursun. Can simitlerini hazırlayın.
Baş tarafta intihar etmek isteyen bir gelin var.
Adam suratıma donuk gözlerle bakıp mat bir sesle yanıtladı.
- Korkma bir ziyan gelmez.
- Nasıl gelmez kardeşim? Attı atıyor.
- Meraklanma o gelin kız değil, sanat şeyi.
- !!!!!
- İstanbul'un bin hali var ya, onun şeyi işte.
- İstanbul Bienali mi demek istiyorsun?
- Evet onu diyorum. Cansız mankeni gelin yapıp koydular oraya. "Sanat olsun" diye. Gel bak sana tavanları göstereyim.
- Ne tavanı kardeşim? Nerden çıktı şimdi?
- Onu da sanat olsun diye yaptılar. Tavanlara kargacık burgacık resimler çizdiler. Kimse bir halt anlamıyor. Ama herkes beğeniyor.
Kapandaki sazan
Sonra merdivendeki resmi de gösterdi bana. 2'ye 3 bir pano üstüne bir kompozisyon fotoğraftı bu. İlkel tahta fare kapanına yakalanmış bir sazan balığı görünüyordu fotoğrafta. Çımacı homurdandı.
- Bu nasıl sanat? Hiç fare kapanıyla balık yakalanır mı?
Karton kutu
İçeri girdiğimde, yani içeri dediğim vapurun terası sayılan üstü kapalı yanları açık kısma ulaştığımda, daha da şabalaklaşacağım bir şey gördüm.
Yolcuların oturacağı sıraların öndeki birer tanesinin kenarlarına birer video ile üstlerine televizyon koymuşlardı. Altta da karton kutu içinde bozuk paralar vardı.
Damdaki Kemancı
İlgilendiğimi gören bir genç; "Dur çalıştırayım abi" dedi. Play düğmesine bastı. Ekranda bir kemancı belirdi. Daha doğrusu bir keman ve onu çalan kemancının elleri göründü. Önce Tuna Dalgaları sonra da Damdaki Kemancı'yı çalıyordu. Yandaki ekranda ne var acaba diyerek bu defa ben bastım bu kez play tuşuna. Oradan da akordeon çalan bir adam belirdi. Aynı genç de kulağıma eğilip çımacı gibi konuştu. "İstanbul Bienali hesabı abi."
Cevabı yapıştırdım:
- Çalarlar bunları.
- Çalıyorlar zaten abi. Play tuşuna basıp çalıyorlar.
- Yok be kardeşim öyle çalmak değil, hırsızlar, kalk gidelim yaparlar.
İstanbul'un Bienali varsa çımacının dediği gibi, hatta bir de fazlasıyla bin bir türlü hali var.
If ı were a rich man
Yanim ya dostlar; o yukarıda anlattığım pislik üzerine böyle sanat yapıtlarını tüy gibi dikmek asma kabağına kelebek konmuş duygusu uyandırdı bende.
Bir de sözlerini yarım yamalak bildiğim Damdaki Kemancı şarkısı takıldı dilime; "If ı were a bidi bidi rich!.."