Şu yazacaklarımın içine; kıymık kadar abartı, bit kadar süs püs girmeyecek. Ne hamaset, ne kaplama milliyetçilik, ne yalan dolan olsun için değil şu yazacaklarım...
Az ötede; içimin, yüreğimin, aklımın, dilimin yettiğince anlatmaya çalışacağım şeyler, bu memlekette oluyor, bizim insanlarımız arasında geçiyor diye; keyiften, zevkten, mutluluktan, gururdan uç uç böceği oldum ki isteyen inanmasın...
Yuvalarda kız olmak!..
Henüz 14 yaşında bir genç kız. Adı Çilem Ergül. Dört sene önce anacığı Yaşar hanım güneş çarpması nedeni ile beyin kanaması geçirip vefat etmiş...
Çilem ve iki ablası, Antalya'da köhne bir kahvehane çalıştıran babalarının; Ali Ziver Bey'in eline kalakalmışlar. 3 küçük kız çocuğuna bakacak ne bir akraba var, ne de başkaca imkân.
Eşin dostun yol göstermesiyle, bu üç çocuğu da devletin kucağına teslim ediyor Ali Ziver Bey...
Teğet yaşamlar
Etinden et koparıyorlar gibi acılanarak, kahırlanarak yuvaya veriyor kızlarını, başka umarı yok çünkü...
Her biri bir yurda dağılıyor kızların. Çilem'in geldiği yer Kütahya'da Ferdi Güzen Kız Yetiştirme Yurdu...
Önce tümden annesizliğe alışıyor Çilem kız. Sonra da babacığını ara dere görmelere... Ve tez zamanda kendisiyle aynı kadere teğet geçen yurt dolusu arkadaşıyla yaşam paylaşmalarına erdiriyor aklını.
Heykel
Ama daha o ilk haftalarda bile; idarecisi, uzmanı, hademesi, kantincisi, öğrencisi, öğretmeni anlıyor ki bu kız öyle sıradan bir kız değil. İzleyip görüyorlar ki o küçük kız; gözleri tüm acısına inat umutla parıldayan, aklını fikrini kitap okumalara teyellemiş, şiirler yazan, resimler yapan, çamurlardan küçümen heykeller yap bozlayan, şikâyeti, mızmızı, itirazı, kavgası olmayan bir melek huy öznesi ...
Kocaman tabanca
Sonra bir gün bir adam geliyor yetiştirme yurduna. Lacivert pırıl pırıl üniforması. Belinde menevişleri şavkıyan kocaman tabancası, korumaları, sirenleri, eskortlarıyla şehrin emniyet müdürü yurda ziyaret geliyor...
Önce biraz yadırgıyor tüm çocuk kızlar. Öyle ya, ille gelecekse sivil hallerde gelemez mi, silahsız, korumasız gelemez mi yani? Sonra sohbet, muhabbet, dertleşme filan veeee!.. Ve bakıyorlar ki; bu polis, bu müdür adam enteresan bir adam. Söyledikleri bir yana çok söyleyemediklerini bile anlıyor ve soruyor kızlara. İçlerinden geçeni, gizli saklı sıkıntılarını, en söylenmesi mümkünsüz arzularını inanılmaz bir çabukluk ve isabetle anlıyor, hayretler olsun!..
Farkı fark eden!..
Birkaç hafta geçiyor üzerinden bu ziyaretin. Sonra yine geliyor emniyet müdürü yurda. Bu kez sivil giyinmiş, yanına eşini aile dostlarını da almış ufak tefek hediyelerle kızları sevindirik etmiş. O hediyeler ne ola
cak ki; şampuanlar, tokalar, taraklar, eşofmanlar, toplar, bebekler filan. Ama bir naylon poşetin içinde Çilem kızın özel hediyeleri var. Çünkü o kenardan bakıp derini görme tılsımlısı polis müdürü, o ilk görüşmede anlamış Çilem'in farkını meğer ve poşet dolusu kitap getirmiş ona...
Müdür Bey'in eşi
Sonra başka, sonra daha başka, daha daha başka kitapları ya getirmiş ya gönderir olmuş müdür bey Çilem kıza. Eşi de; vali beyin, milli eğitim müdürünün hanımlarıyla, yetiştirme yurdunun psikologları ve uzmanlarıyla görüşmüş ve imkânlar yaratıp Kütahya'nın gözbebeği eğitim kurumlarından birine; Konuralp İlköğretim Okulu'na yazdırmışlar onu.
Bebek oldu
Orada, o okulda yani, yörenin en varlıklı ailelerinin çocukları sınırsız imkânlar içinde derslere gelir giderken tuhafsamışlar bu kavruk yurt kızını bir süre. Ama o bir süre dediğim zaman aralığı göz açıp kapamak sanki. Çünkü Çilem kız, ders yılı başlayalı 3 gün bile olmadan nasıl becerdiyse becermiş herkesin sevgilisi, bebeği, meleği oluvermiş.
Yıldızlı pekiyi!..
Soranlara "Ben doktor olacağım. Yoksullara bakacağım. Ama önce İzmir Fen Lisesi'ne gitmek istiyorum" diyor, hayallerini süsleyen ülkenin; "Yeni Zelanda, Japonya ve Fransa olduğunu" söylüyormuş hep. Şimdi izninizle aradaki birkaç yılı atlıyor bugünlere getiriyorum hepimizi. Çilem kız, önceki gün mezun oldu okulundan. Hem de açık arayla, hem de sadece bu yılın değil okul tarihinin en parlak, en yüksek not ortalamasıyla mezun oldu.
Sitemsiz sessiz
Karneyi aldıkları gün ne hoş rastlantı ki ben de oradaydım. Orada, yurdun bahçesinde tahta sıralarda oturmuş yurt müdürü ve kızlarıyla sohbetler yapıyordum. O müthiş başarıya rağmen bir burukluk sezdim Çilem kızın gözlerinde. Meğer mezun olan arkadaşları bir eğlenti düzenlemişler kendi aralarında ama Çilem katılamamış o eğlenceye. Çünkü belli bir saatten sonra yurttan dışarı çıkış uygun değil. İşte bunaymış kırgınlığı Çilem'in. Yine de ağzını açıp gık dememiş sitem etmemiş kimseciklere.
Toplandık hepimiz
Ve işte tam o sırada uzak bir köşeden, ana kapının oradan bir grup genç kızın koşarak bize doğru geldiklerini gördüm. Koşup gelip Çilem'e doğru hamle edip kucakladılar, sarıp sarmaladılar onu. Şaşırmış hallerde bakarken, o grubun başındaki genç bir kadın bize döndü ve şöyle dedi. "Kusura bakmayın izinsiz geldik. Bu çocuklar Çilem'in sınıf arkadaşları. Çilem, kurallar gereği buradan çıkıp eğlenceye katılamazmış. Onsuz eğlenceye de bizim gönlümüz razı olmadı.
O yüzden hepimiz toplaşıp buraya geldik. Müsaade ederseniz şu çamların altında piknik yapıp öyle kutlayalım mezuniyeti..."
Bıçak saplandı
Yüreklere yılan dili pıçak gibi giren bir cümleydi bu... Yurt müdürü göz yaşlarını saklayarak zor bela konuştu genç kadına. "Taa.. Tabii hoca hanım... Bu.. Buyrun buyrun lütfen!.."
Ardından ya 3-5 dakika ya da 100 saat mi ne geçti bilmem? Biz oradakiler olarak yeniden hayata döndüğümüzde bir sırrı paylaştı benimle bir psikolog.
Onurlu bir sır
Dedi ki; "Savaş Bey hani o kızların anlatmadığını da anlayan. Hani o yurt çocuklarının sanki ruhunu okuyan, Çilem'e kitaplar getiren, onu özel okullara yazdıran Emniyet Müdürü Şevki Bey var ya. İşte o... (ağlayarak devam ediyor) İşte o Şevki Bey de küçük yaşta anasız babasız kalmış ve aylarca sokaklarda yatıp kalkmış. Sonra adını vermek istemediğim çok değerli bir devlet büyüğümüzün sayesinde önce çocuk yuvasına sonra da yetiştirme yurduna girmiş. Bizim kurumumuzdan çıkıp böylesi bir mevkiye ulaşmış insandır yani. O günlerini hiiç unutmadı müdür bey. İlgisi de, bilgisi de, sevgisi, sezişi de bundandır işte...