Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Devletin tiyatrosu olmamalı

Önce bu ülkenin yalanlarından birini daha düzeltelim, bazı muhterem Ankaralılar ve bazı çokbilmişler üzülseler bile...
Ankara Devlet Konservatuarı'nın (ve de tiyatrosunun, ve de bağlı olarak operasının, balesinin) kurucusu Carl Ebert, çok kişinin sandığı gibi "Naziler'den kaçıp da Türkiye'ye gelmiş" falan değildir!
Kaçıp gelen ve Türkiye'nin kucak açtığı birçok Alman vardır ama Ebert onlardan değildir. (Bunların içinde Yahudiler de vardı ama hepsi Yahudi değildi... Örneğin dünya savaşından sonra Berlin'e belediye başkanı olacak Ernst Reuter, Yahudi değildir.)
Carl Ebert, Atatürk'ün talebi üzerine, Hitler tarafından resmi kanaldan gönderilmiştir. İcazetlidir.
Niçin İngiltere'den, Fransa'dan değil de Almanya'dan bir tiyatro adamı?
Onu da ferasetinize bırakıyorum. Birçok kişinin ferasetinden tam da emin olamadığım için ipucu vereyim: Otuzlu yıllarda, Atatürk Türkiyesi, Mussolini İtalyası'yla da, Hitler Almanyası'yla da pek sıkı fıkıydı...
Neyse, bu Carl Ebert'in değerini ve de bize verdiği hizmetleri düşürmez. Siyasi fikirlerini de bilmiyoruz, hiç "deklare" edilmemiştir. Ama "Naziler'e karşı direnmiş bir kahraman" olduğu falan, kocaman bir palavradır.
O dönemde iki "kutup" oluştu tiyatromuzda: Bir, Muhsin Ertuğrul yönetiminde İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu (eski Darülbedayi)... İki, Carl Ebert yönetimde Ankara Devlet Tiyatrosu. Bu daha sonra Cüneyt Gökçer'in yönetimine geçti ve uzun süre de kaldı. (Özel tiyatrolar da vardı ama bunlar "gezgin kumpanya" düzeyindeydi ve ciddiye alınmıyorlardı.) Belediye dedik, o da devletti.
Belediyeler bağımsız değillerdi.
Bunların ikisi de "despotik" tek adam yönetimleriydi. Eh, bu da, otuzlu ve kırklı yıllarda Türkiye'nin havasına pek uygundu doğrusu.
Böylece, Ankaralı ve İstanbullu tiyatrocular da birbirlerini hiç sevemediler, birbirlerini küçümsediler.
Karşılıklı bir "husumet" oluştu ve kalıcı da oldu.
Muhsin Ertuğrul'u yürüttüler, özel tiyatro kurdu (Küçük Sahne), sonra Ankara'ya gitti oranın başına geçti, sonra İstanbul'a belediye tiyatrosuna döndü, oradan da yürüttüler, sonra geri döndü, falan filan. Ama şunu kanıtlamış oldu: Özel bir tiyatro da pekala sanat yapabiliyor, ödeneğe, devlet desteğine gerek kalmadan kendi yağıyla kavrulabiliyordu!
Fakat günümüzde bir kısım tiyatro esnafı, utanmadan, "biz ödenekli tiyatroda ara sıra, keyfimiz isterse sahneye çıkalım ama maaşımızı da tıkır tıkır alalım, televizyon dizilerinden kazandığımız 'asıl' iyi paraya katık edelim" diyebilmektedir!
Devletin ya da belediyenin "bir tiyatrosu olması" fikri, geçen yüzyılda, Türk tiyatrosunun ergenlik çağında kalmış, bayat ve sakat bir uygulamadır.
Ankara da İstanbul da derhal "özelleştirilmeli" ve kendi başına bırakılmalıdır. Devlet hiç mi destek olmasın? Elbette olsun ama "yöneterek" değil, her yıl her tiyatroya belli bir para yardımı yapıp gerisine karışmadan.
İşte size reform... Dedim ama, uygulanmayacağını da adım gibi biliyorum. Çünkü ne yönetimi ve denetimi bırakmak devletin işine gelir, ne de garantili maaştan ve rahatlıktan vazgeçmek sanatçının...
İyi olurdu yahu... "Solcu" tiyatro yapmak istiyorlarsa, belediye kanatları altından çıkıp solcu tiyatro yaparlardı... Bakalım "Rosenbergler Ölmemeli" gibi numaralar onları kendi ayakları üzerinde tutar mı tutmaz mı, görürdük...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA