Bu memlekette çok kişi, 23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin "gökten zembille indiğini" sanır.
Sanki bu memlekette daha önce hiç meclis diye bir şey duyulmamış, görülmemiştir. Sanki Mustafa Kemal Paşa'nın birdenbire aklına gelmiş, "bu memleketi meclis kavramıyla tanıştıralım" demiş ve meclisi yaratmıştır.
Pardon, Mustafa Kemal'e "paşa" demeyecektik, değil mi, Mustafa Kemal de demeyecektik, sonra günümüzün paşaları kızıyorlar...
Türkiye Büyük Millet Meclisi, toplandığı gün kendine "Büyük Millet Meclisi" adını verdi.
"Türkiye" kelimesi daha sonra, bir yıl kadar sonra eklendi!
TBMM, ya da ilk adıyla BMM, İstanbul'da İngiliz işgal kuvvetleri tarafından kapatılan Meclisi Mebusan'ın "doğrudan" devamıydı. Hukuken, ta kendisiydi!
O kadar ki, bizzat Mustafa Kemal Paşa (pardon paşam, Atatürk), "İstanbul'da dağıtılan meclisin hemen gelip Ankara'da kendi gözetiminde ve özgürce yeniden toplanması" çağrısında bulunmuştu...
İngilizler tarafından tutuklanmayanlar ve İstanbul'dan kaçabilenler geldiler. Eski meclisin kapatılmasından tam beş hafta sonra!
Herkes gelemedi, "boş kalan koltuklar" için sonradan yeni seçim yapıldı, Yunan işgali altında bulunan iller elbette hariç...
Bu yeni mecliste elbette hiç gayrımüslim mebus da yoktu.
Oysa dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın yarıya yakını gayrımüslimdi.
Yeni meclisin ilk görüştüğü kanun teklifi de, eski mecliste yarım kalan hayvan vergisi yasa tasarısı oldu.
Fakat iki meclis arasında çok önemli farklar da vardı. Yeni meclis hem kendine eski meclisin "aynen devamı" görüntüsünü yaratmak istiyor, hem de eski meclisin "birden fazla halktan" oluşan imparatorluk parlamentosu kimliğinden hızla uzaklaşmaya, kendine "sadece Müslüman meclisi" kimliği vermeye çalışıyordu... Müslüman dedik, Türk ve Kürt yani.
Eski meclis, "İttihatçılar'ın yediği haltlar" kapsamında Ermeni kırımını araştırıyor ve soruşturuyordu. (Tutanakları yayınlandı, dili ağır olmakla birlikte meraklısı okuyabilir.) Yeni meclisin ilk çıkardığı kanunlardan biri, "Ermeni meselesinin araştırılmasına izin verilmeyecektir" şeklinde oldu.
Çaktınız mı köfteyi?
Türkiye'de parlamento, 1920 yılında başlamamıştır, 1877 yılında başlamıştır. Türkiye'de çok partili sistem, çok kişinin sandığı gibi 1945 yılında değil, 1908 yılında başlamıştır. 1945 yılında çok partili hayata "geçilmemiş", yalnızca "dönülmüştür"... Cumhuriyetin ilk iki yılında çok partili hayat vardı.
Abdülhamid, 1878 yılında meclisi teknik olarak kapatmamış, askıya almıştır. Anayasayı da ortadan kaldırmamış, onu da askıya almıştır.
O kadar ki, Abdülhamid'in saltanatı boyunca, uygulanmayan ama hukuken geçerli olan anayasa, her yıl yayınlanan devlet "salnamelerinin" (resmi katalog) başında hep yer almıştır!
Tıpkı 1971 ve 1997 cuntalarının meclise doğrudan değil, dolaylı dokunmaları gibi... Oysa 1960 cuntası da, 1980 cuntası da meclisi kapattı, dağıttı, ortadan kaldırdı, yok etti.
Bilgi yarışmalarına katılacak genç kızlarımızın dikkatlerine arz ederim...