Ne bitmek tükenmek bilmez bir duygu seliymiş bu... Hani gençler de sanacaklar ki Atatürk memleketi kurtarmaktan kalan boş vakitlerinde yalnız aşk düşünmüş, aşk yaşamış!
Efendim, Atatürk'ün "yeni bir aşkı bulunmuş"...
El yazısıyla yeni bir belge bulundu, gibi anlatıyorlar.
Yok canım, Fikriye Hanım falan değil. Onu sağır sultan bile öğrendi. Pangaltı'da oturan Madame Corinne de değil, onu da bilmeyen kalmadı. Sofya'da ataşemiliterlik yaptığı sırada tanıdığı Bulgar kızı Dimitrina Kovaçeva da değil.
Afet Hanım mı peki? O aşkı değildi ki, manevi kızı sayılırdı. (Küçük Ülkü'den önce.)
Sabiha Gökçen olmasın? Hayır, orada bir "gelecek tutkusu" sözkonusuydu (istikbal göklerdedir)...
Yoksa zeki, çevik ve ahlaklı bir bayan sporcu mu? ("Severim" dediğine göre...)
Acaba bu kız dindar bir kızdı da, Celal Bayar'ın dediği gibi "seni sevmek bir ibadettir" diye mi düşündü Atatürk hakkında?
Hayır, bu hanım kız Eleni Karinti adında birisi.
Hani Zozo Dalmas deseler şaşırmayacaktık da, bunu beklemiyorduk.
Çünkü bu çok eski bir aşk, Manastır Askeri İdadisi'nde okuduğu yıllara dayanıyor. Yani, 1890'lar... Daha doğrusu, 1896-1899 arası.
Atatürk'ün lise aşkıymış!
Peki bu konuda başka ne biliniyor? Hiçbir şey. Kızın Atatürk'e yazdığı bir mektup varmış elde (sahte değilse), onu okuduk, sıradan bir aşk mektubu. "Başkasıyla evlendirilen" her kızın eski sevgilisine yazacağı öylesine bir mektup. O sevgilinin ille de Atatürk olması gerekmez. Zübeyde Hanım evlenmelerine izin vermemiş (elbette!), babası da kızı kâhyasıyla evlendirmiş, sonrası meçhul.
Genelkurmay Başkanı kızıyor ama, şu yakın tarihimiz bir de "Zübeyde Hanım üzerinden" yazılsa ortaya kimbilir nasıl bir alternatif çıkacak...
Hepsi bu. Bu kadar. Başka bilgi? Yok. Peki fotoğraf falan? Yok. Bir Makedon yazarı varmış, Deyan Dukovski (ilk kez duyuyoruz), tutmuş bu konudan bir aşk romanı çıkarmış. Tuna Kiremitçi'ye verseler eminim daha iyisini yapardı.
Şimdi de bu romandan bir film yapıyorlarmış, yönetmen Aleksandr Popovski (onu da ilk kez duyuyoruz), işin içinde tabii ki Türkler de var.
Ertan Şaban (azıcık Sekizinci Henry'yi oynayan Jonathan Rhys-Meyers'i andırıyor) Atatürk'ün lise yıllarını canlandırıyor. Atatürk'e hiç benzemiyor ama zarar yok, sanki kara kaşlı kara gözlü Rutkay Aziz çok benziyordu da...
Eleni'yi oynayan da Nataşa Şolyak diye bir kız. Hırvat'mış.
Sonra? Öncesi sonrası bu işte.
Yönetmen Popovski, "Atatürk'ün yaşadığı bu büyük aşkın özünü sinemaseverlere aktarmaya çalışacağız" demiş (pardon, şeklinde konuşmuş.)
Yok yahu? Lise aşkının özü biçimi ne olur ki aktarmaya çalışacaksın?
Seks var mı? Yok. Olamaz. Olsa bile aktarmaya büzük ister.
Sen çalış bakalım, bizim memur matbuatı da heyecan duysun. Sevindirik olsunlar.
Baksanıza, lise aşkı, oluvermiş Atatürk'ün "büyük" aşkı. Ne yani, Fikriye Hanım "küçük aşk" mıydı, bunu mu demek istiyorsunuz?
Bu filmi yapsınlar, sinemalarımızda gösterilsin, "Atatürk yattığı yerden kalksa da ben de onunla çılgın bir aşk yaşasam" diye kıvranan bütün tayyör-etekli "Mustafa Kemal rahibeleri" krizlere garkolsunlar...
Şimdi bilcümle kifayetsiz muhterislerden "Atatürk ile Bihter" ya da "Atatürk Çalıkuşu Feride'ye karşı" mealinde senaryolar da bekleriz. Ben serseri olsam 1936 yılında Atatürk ile Madam Wallis Simpson arasında ayaküstü bir aşk uydurur, köşeyi de dönerdim.