Ordu politikaya karışmalı mı? Bizim işimize geldiği zaman karışmalı, bizim işimize gelmediği zaman karışmamalı!
Açıkça dillendirmekten utansalar da, birçok kişinin gizli düşüncesi budur.
İlker Başbuğ birtakım laflar etmiş, muhalefet bozulmuş...
Birtakım televizyonları "seyretmeyin", açık oturumları "dinlemeyin" demiş Genelkurmay Başkanı... Bunlar, hükümete karşı çıkan ve açılımı istemeyen "mahfiller"... CHP ve MHP sözcüleri bunu doğru bulmamışlar.
Bu boykot çağrısı, siyasete karışmak değildir. Olsa olsa, kimsenin pek aldırmayacağı "abes" bir girişimdir. Girişim bile değil, bir laf, bir "temenni", gazete muhabirlerine ayaküstü söylenmiş gereksiz bir serzeniştir. Herkes, kime göre olumlu kime göre olumsuz olursa olsun, merak ettiği her şeyi özgürce seyredecek ve dinleyecektir. Genelkurmay "papalık makamı" değildir, onun gibi bir "kodeks" çıkaramaz, "yasak yayınlar" listesi yapamaz. (Demokraside yapamaz, sıkıyönetim dönemlerinde bal gibi yapmıştır tabii. Makam olarak değil, sıkıyönetim komutanları eliyle yapmıştır.)
Başbakan da bazı muhalif gazeteleri okumayın demişti, satış rakamları mı düştü?
Aslında, Genelkurmay Başkanı'na, "Kürt açılımına sertçe karşı çıkmadığı, tavır koymadığı için" kızıyor muhalefet...
Oysa paşa öyle "kırmızı çizgiler" çekti ki, hükümet de bunu öyle benimsedi ki, ortada açılım maçılım kalmadı neredeyse! Daha ne yapsın?
"Korkmayın, Türkiye öyle kolay kolay bölünmez" demiş Genelkurmay Başkanı.
"Bölünmek üzeredir" demesini bekliyorlar, hatta "bu hükümet bölüyor" deyip "müdahale" etmesini!
İşlerine geldiği sürece, bayılırlar ordunun politikaya karışmasına...
"Ordu göreve" sloganı da onlardan çıkar, "daha ne duruyorsunuz paşam, hadisenize" sıkıştırması da...
12 Eylül'den önce bir yalvarmadıkları kalmıştı orduya, duruma el koyması için. "Hakem düdüğü çalar"deyip duruyorlardı.
El koysun ve sonra dönüp iktidarı onlara versin...
İnönü de 1960 yılında böyle olacak sanmıştı. 1961 seçimlerinde, bütün o ittirmelerle kaktırmalarla ancak birinci parti olabildiğini ama iktidara tek başına "gene" gelemediğini gördü. Yıllardır sürdürdüğü hırçın, hatta vahşi muhalefet ve darbe kışkırtıcılığı boşa gitmiş sayılırdı. Birinci partiliği de, o darbe sonrası ortamında ancak dört yıl sürebildi. 1965 yılında siyaset "doğal akışına" geri döndü. Yeni bir darbe yapmak "gereği" de ondan sonra yeniden bazı akıllara gelmeye başladı...
Bugün muhalefetin "ordu politikaya karışmamalı" görüşünü, "karışacaksa bize yontarak karışmalı, hükümete çatmayacaksa karışmamalı" şeklinde okuyunuz.
İster bazı basın organlarının arzuladıkları gibi erken olsun, isterse zamanında, yani ister 2010 ister 2011 yılında, yeni seçimi niçin kazanamadıklarını gördüğünüz zaman da olup bitenleri doğru yorumlamanıza yardımcı olur bu tahlil...
Yorumlayamazsanız da "göbeğini kaşıyan ayılar gene bunlara oy verdiler" deyip geçersiniz, iş teklifi alırsınız, para kazanırsınız, fena mı? Aç kalmazsınız canım, bu ülkede körlüğe, aymazlığa, bağnazlığa her zaman prim var.
Cahilliğe de.