Yakın dünya tarihinde yalnızca bir tek ülkede ve bir tek yılda işsizlik sıfırlanmıştır: 1943 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde.
En işe yaramaz eleman bile silah fabrikasında ya da yan sanayide tıkır tıkır çalışıyordu çünkü...
Amerikan ekonomisinin gücüne sahipseniz ve de "savaş ekonomisi" uygulayabiliyorsanız, hele hele iki cephede birden dövüşebiliyorsanız, belki siz de bunu yakalarsınız, ama boyunuz da uzamaz.
Yani, "sıfır işsizlik" bir ütopyadır. İşsizlik sorununu çözmek demek, "işsiz sayısını mümkün olduğunca azaltabilmek" demektir, o kadar.
Bizim hükümetin üç yıllık "yol haritası" açıklanmış, kriz nedeniyle elbette ekonomi daralıyor, gelir düşüyor, işsizlik artıyor. Bir kısım basın elbette "Tayyip yaptı" diye yaygara ediyor ama halk da bunun böyle olmadığını biliyor. (Bilmese, anketlerde iktidar partisinin oyu gene de yüzde 42 çıkmazdı.)
Hükümet, önümüzdeki üç yılda bir milyondan fazla kişiye iş bulunacağını, ama gene de işsizlik oranının yüzde 13'ün altına inmeyeceğini açıklamış...
İnmez. İnemez. İnebilemez.
Çünkü Türkiye'nin işsizlik sorunu "konjonktürel" değil, "strüktürel"...
Açıklayalım: İnsanlar geçici dalgalanmalar, arıza iflaslar, patron kaprisleri, borsa cilveleri sonucu falan işsiz kalmıyorlar, bu ülkenin bu çapıyla ve bu yapısıyla her zaman bir miktar kişi işsiz dolaşmaya mahkûm.
"Gizli çalışanlar", yani çalışmıyor gibi görünüp aslında para kazananlar, yani onca tu kaka edilen "kayıt dışı ekonomi", bir de "kalabalık aile", yani kaynayan tencereden sebeplenen "ek kaşık düşmanları" sorunun bir ölçüde göze batmamasını, patlamaya yol açmamasını sağlıyor neyse ki...
Ülkelerin nüfus yapısını göstermek için temsili bir "demografik piramid" yapılır, bilirsiniz. En altta genç, ortada orta yaşlı, en üstte de yaşlı nüfus... Bu piramidin tabanı elbette daha geniş, tepesi daha dar olacaktır.
İsterseniz üçgen diyelim. "Sağlıklı" ülkelerde bu üçgen "eşkenar" ya da ona yakındır.
Bizde üçgenin tepesi sipsivri, tabanı yerlere yapışmış! Üçgen yassılmış, yamulmuş. Sanki üstüne fil basmış.
Sosyoloji profesörlerine sordum da oradan biliyorum.
Toplam nüfus kabaca yetmiş milyon, seçmen sayısı kabaca kırk milyon. Toplumun yarısı çocuk!
Benim de dahil olduğum "elli yaş üstü" moruklar grubunun toplumdaki oranı nedir, biliyor musunuz? Yüzde 4... Hepi topu yüzde 4...
Dipten korkunç bir sel dalgası gibi gelen bu kadar genç ve bu kadar kalabalık bir kitleye, "misli görülmemiş bir yatırım hamlesi" başlatılmadığı sürece, büyüme hızı yüzde 30 falan gibi duyulmamış bir orana fırlatılamadığı sürece, iş miş bulunamaz.
Bulunsaydı, Hindistan bulurdu.
O hamle de, Konya Ovası'ndan Kuveyt rezervlerini bile geçecek bir petrol fışkırmadan, finanse edilemez.
Hiçbir rejim, isterse en koyu komünizm ya da en sert faşizm olsun, bunu başaramaz.
Bu amansız kitleye, dağı taşı gecekondu üniversitelerle bile donatsanız dişe dokunur bir eğitim veremeyeceğiniz gibi...
Ama bazı ekonomi gazetecileri "kâğıt üzerinde" atıp tutarlar: Efendim, üretimi arttırmak lazım!
Derler, bir yandan da, "eski solcu" olduklarından, yabancı sermayeye karşı çıkmayı da hiç ihmal etmezler. Olmayan sermayeyle yatırımı herhalde uzaylılar yapacaklardır.
Hükümet değişirse, aynı teraneyi bu sefer de yeni iktidara karşı sürdüreceklerdir.
Çünkü Aydın Doğan Bey'in ekonomi sayfalarından memleket kurtarmak, leblebi çekirdek yemek kadar kolaydır.