Son yıllarda yapılan en hayırlı işlerden biri, İstanbul Beşiktaş'taki Deniz Müzesi için yeni bir bina inşa edilmesi oldu.
Müzede denizcilik tarihimizle ilgili 20 bin kadar malzeme vardır. 1897'de yapılan ilk bina yetersiz olduğu için bunların çoğunu görmek mümkün değildi.
3 Ekim'de açılan yeni bina ise yüksek tavanlı bölümüyle, içeriye bol ışık alan kocaman camlarıyla ferah bir yer olmuş.
Ancak eldeki malzemenin bir kısmı, şu sıralar restorasyona alınan eski binada duruyor. O da bitince ortaya muhteşem bir müze çıkacak.
İmkânı olan yetişkinler, "Nasıl olsa ilkokulda gezmiştim" dememeli; Deniz Müzesi'ne tekrar gitmeli.
Dibe vurmuşuz, haberimiz yok
Görecekleri tarihi eserleri tek tek anlatamam elbette. İnterneti olanlar deniz müzesi sitesine bakabilir.
Asıl mekânın size vereceği duygu önemli. Nasıl bir duygu mu? Müzede, Osmanlı'nın eriştiği estetik seviyeye şahit oluyorsunuz. Adam küreğini bile ne kadar zarif yapmış!
Sonra bir de günümüzdeki estetik sefalet gözünüzün önüne geliyor. Kahroluyorsunuz! "Nasıl oldu da, oralardan buralara düştük" diye soruyorsunuz kendi kendinize...
Osmanlı'nın çok güzel bir geleneği vardı: Bütün padişahlar zanaatkârdı. Mesela II. Abdülhamit marangozdu. Boş vakitlerinde Yıldız Sarayı'ndaki tam teşekküllü marangoz atölyesinde dolaplar, masalar yapardı.
Müzede ne var biliyor musunuz: II. Abdülhamit'in... Adını taşıyan Hamidiye zırhlısının komutanı... Kurtuluş Savaşı'nın da önemli figürlerinden olan Rauf Orbay (1881-1964) için yaptığı ayna. Şahane bir parça!
Bizim müzelerin yakın tarihlere kadar en önemli eksiklerinden biri... Müzenin konseptinden ve sergilenen malzemelerden hareketle yapılmış ürünlerin satıldığı bir dükkânın olmamasıydı...
Ne mutlu ki bu anlayış değişiyor... Deniz Müzesi'nin küçük dükkânını büyütmüşler. Tasarım, çeşit ve fiyat açısından makul ürünler var. Mesela kadınlar için kolyeler, erkekler için kravatlar satılıyor. Ayrıca denizcilik tarihiyle ilgili kitaplar da bulabilirsiniz.
En önemli eksik
Müzeye (şimdilik) yapacağım en önemli eleştiri şu: Kafesi yok. Bir turist müzeye adım atar atmaz veya çıkarken, şunlara ihtiyaç duyar: Su, tuvalet, kahve.
Tuvalet var. Kahve- çay için makineler koyacaklarmış. Bu da turiste bozuk para aratmak; yani misafiri zora koşmak demek... Halbuki insanlara zahmet verilmemeli. Su, kahve ve hazır sandviç satan küçük de olsa bir kafe açılmalı.
Şimdi yazacağım eleştiri ise müze yönetimiyle değil, belediyeyle ilgili: Barbaros Meydanı'ndan müzeye doğru yürürken, Deniz Müzesi yazılı bir tabela gördüm.
Evet ama yetmez. Bu tip bütün tabelalar iki dilde (Türkçe ve İngilizce) yazılmalı. Sadece Türkçe ile dünya kenti olamayız. Büyük kentlerimiz mutlaka turist dostu olmalı. (Lizbon'da birçok tabela sadece Portekizce olduğu için anamız ağladı.)
Deniz Müzesi ise bu sorunu halletmiş: Bütün açıklamalar Türkçe ve İngilizce... Ayrıca dokunmatik ekranlar da var. Bravo!