Sizin hiç "şahane adam" kategorisine giren bir tanıdığınız oldu mu? Benim oldu. Onlardan birini 70'li yaşlarını sürerken tanımıştım 1970'lerde.
İş Bankası'nın Yelkenkaya tesislerinde karşılaşmıştık. Dünya hakkında bildikleri sonsuz gibiydi. Her zaman anlatacak ilginç bir anısı vardı. Nostradamus'u ilk kez ondan duymuştum.
Her türlü oyuna meraklıydı. Biriyle bezik, ötekiyle pişti, benimle satranç oynardı. Ama asıl ilgisi işin içine kumar girdiğinde başlıyordu. Vidolu olmazsa tavlanın başına geçmezdi.
Bir gün Metin Abi, önüne gelen topa gelişi güzel vurmuş, top da gitmiş, kenarda duran bavulların ortasındaki boşluğa konuvermişti. Mehmet Parkan hemen atılmıştı: "100 lirasına tekrar yapmaya var mısın?"
Zengin bir ailenin oğluydu. İsviçre'de okumuştu. Acaba ne eğitimi aldı? Hatırlamıyorum. Ama fark etmez: Çünkü okuduğu branşı meslek olarak devam ettirmemişti.
Har vur, harman savur
Onun işi para harcamaktı. Oyun alanı Avrupa idi. Jet-set teriminin henüz icat edilmediği dönemlerde, o kayak merkezi senin, bu tatil yöresi benim dolaşırdı. Bir de sıkı tenisçiydi.
Bir başka işi de kumarhanelerde vakit geçirmek, ailesinin verdiği harçlığı bonkörce dağıtmaktı. (Anlatanların yalancısıyım.)
Sonunda ailenin canına tak mı etti? Yoksa paralar suyunu mu çekti? Artık ne olduysa olmuş, Mehmet Bey yurda dönmüştü.
1950'lerde İş Bankası'nın Bankalar Caddesi'ndeki görkemli Galata şubesinde çevirmen olarak görüyoruz onu.
Çalışanlar arasında popülerdir: Çünkü Avrupa görmüş adamdı, bilmediği dil yoktu ve dönemin yabancı medyasını kendi dilinden takip ediyordu. İngilizceyse İngilizce, Fransızcaysa Fransızca...
Tevatür o ki bir gün "Mehmet Bey, sizin bilmediğiniz dil var mı" diye soran arkadaşlarına "Vardır herhalde" demiş... Birkaç gün sonra da, Roman kökenli bir işadamıyla Çingenece konuşurken görülmüştü.
Ne zaman çalışmalı?
Yine bir Yelkenkaya akşamı... Konu ders çalışmaya gelmiş. Mehmet Bey, İsviçre günlerini anlatmaya başladı: "Dersler çok ağırdı. Sınav döneminde perişan olurduk. Uyumamak için çeşitli yöntemler vardı. Mesela kahveye hardal katardık."
Ancak bu tür çalışma yeterli olmamaktadır. Derken değişik bir yöntemi tesadüfen öğrenir genç Mehmet:
Yöntem şöyledir: Okuldan eve geldiğinde ertesi günkü sınav için hemen çalışmaya başlamayacak, uyanık kalayım diye kahve-çay ağacı olmayacaksın.
Güneşin batmasıyla birlikte yatacaksın. Yediyse yedi, sekizse sekiz. Dört saat uyuyacaksın. Sonra kalkıp çalışma masasının başına geçeceksin. Zihnin artık bilgileri almaya açık: Ne okursan oku...
Mehmet Bey işte bu eksantrik yöntemden çok faydalanmış. Sınavları tıkı tıkır geçmiş. Arkadaşlarını şaşırtmış. "İşin sırrı hayvanlar gibi güneş battığında uyumak" deyip durmuştu.
Birkaç Yelkenkaya sezonundan sonra yollar ayrıldı. Bir kere Bağdat Caddesi'nde rastlamıştım. Herhalde rahmetli olmuştur. Nur içinde yatsın.