Başbakan Erdoğan, BDP'nin Karadeniz gezisi sırasında çıkan olaylardan dolayı MHP'yi ve CHP'yi suçladı: "Bu ülkenin seçilmiş milletvekilleridir. Yapacakları toplantıyı izlemeye mecbur değilsin. Toplantı yasalar içinde olduğu sürece saygı duymak zorundasın" dedi.
Bu sözlere imzamı atarım. Çünkü biz de zaten yıllardır bunu söylüyoruz... Peki, söylüyoruz da ne oluyor? Hiç! Hatta tam tersi oluyor.
Vesayet döneminde sivil siyaset aşağılanıyordu. Parti başkanları hadi neyse de, üçü-beşi dışında milletvekillerinin esamisi okunmuyordu.
Asker geri adım attığında da bir şey değişmedi: Birkaç ay öncesine kadar 9-10 BDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını konuşmuyor muyduk?
Operasyon bölgesi
BDP milletvekillerini "cezaevine konulması gereken militanlar" olarak sunduğumuz andan itibaren... Ne diğer partilerden saygı bekleyebiliriz, ne de halktan...
Böyle diyorum diye kendimi kandırdığımı sanmayın. Karadeniz'deki asıl mesele vekil itibarsızlığı filan değil elbette.
Derin devlet uzun yıllar Karadeniz Bölgesi'nde çalıştı. Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin Karadeniz ile bağlantılı olması, tesadüf mü sanıyorsunuz? Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun dediği gibi: Tarla çoktan sürüldü...
Hatırlayın: Eski GK Başkanı Org. İlker Başbuğ, sert konuşmalarından birini, Trabzon'da, Oruç Reis Firkateyni'nde yapmıştı. "Burada konuşmamın özel anlamı var" demiş ve milliyetçilere göz kırpmıştı.
Elbette Türkiye'nin her yerine gitmek, demokratik ve kanuni haklarıdır ama... Bu açıdan baktığımda BDP heyetinin Karadeniz gezisine çıkmasını anlamış değilim. Bile bile lades oldu: "BDP gelir, olay çıkar" durumu.
Çünkü herkes biliyor: BDP ağzıyla kuş tutsa, milliyetçi grupları ikna edemez. Karadenizliler ancak Başbakan Erdoğan'a kulak verir.
Ama bu grupların zaten söz dinlemeye niyetleri yok. Dedik ya: Tarla çoktan sürüldü, şimdi ürün toplanıyor.