Kürtçü siyasetçilere belli bir sempati beslerdim. Çünkü ortada cumhuriyetin "ulus devlet" hunharlığı içinde yok sayılan, asimile edilen, horlanan, ezilen bir halk vardı. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü bağlamında Kürt haklarının savunulması gerekiyordu.
Kürtçü siyasetçiler de, sık sık devlet tarafından kapatılan partilerini yeniden kurarak, bunu yapmaya çalışıyorlardı.
Ancak bu sempati duygusu, 12 Eylül 2010 referandumuna giden süreçte ciddi yara aldı:
Demokrasiyi biraz olsun ilerletecek olan halk oylaması, Kürtçü siyasetçiler tarafından boykot edildi.
Bir yandan, "Siyaset yapmak için kurduğum partiler kapatılıyor" diye yakınacaksın... Öte yandan parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliğine destek vermeyeceksin.
Bu çelişki, Kürtçü siyasetçilerin başka niyetleri olduğunu gösteriyordu.
***
12 Haziran 2011 genel seçimlerine giden süreçte ise olay iyice nahoş hale geldi.
Statüko güçleri AK Parti'ye karşı bir koalisyon oluşturmuştu. 'Konsey'in siyaseti tasarlama çabasına, BDP'liler gönüllü olarak katıldı.
Seçim sürecinde CHP'yi ve hatta MHP'yi desteklediler. AKP'ye ise taşla, sopayla, silahla saldırdılar.
***
Yine de her şey çok farklı olabilirdi:
AK Parti'nin
12 Haziran'da
yüzde 50 oy alması... Ancak
Anayasa'yı tek başına değiştirecek kadar milletvekili kazanamaması, BDP için büyük bir şanstı.
AK Parti ile işbirliği yaparak Kürtlerin hak ve taleplerinin karşılanmasında ciddi bir ilerleme sağlanabilirdi.
Hatta barış ve kardeşlik havası içinde
Abdullah Öcalan'ın şartlarında iyileşme de sağlanabilirdi. Ancak,
aklı başında Kürt aydınlarının uyarılarına rağmen, BDP tam tersi bir tavır aldı: AK Parti'yi
baş düşman haline getirdi... Gerilim çıkardı... Yemin etmedi...
***
Son bir yıllık sürece baktığımızda,
BDP'nin, Kürt halkının hak ve talepleriyle bir ilgisi kalmadığını görülüyor.
İran-Suriye aksının kuklası haline gelmiş
PKK'nın saldırılarına, bahane üretmenin Kürt haklarıyla ne ilişkisi var?
PKK bugünlerde
'Arap Baharı'nı vurmak üzere
otoriter rejimlerce kiralanmış bir
tetikçi durumunda.
Kürtler de dahil, Suriye halkının çoğunluğu
"demokrasi, özgürlük, adalet" istiyor... PKK ise o taleplere topçu ateşi açanları destekliyor.
Ne kadar ilginç değil mi? PKK,
Suriye Kürtlerini değil, onları inim inim inleten
Esad'ı kolluyor.
BDP'liler de bu saçmalığı,
laf cambazlığıyla meşrulaştırmaya çalışıyor.
Dün ABD Başkanı
Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a
"görevi bırak" çağrısında bulundu ya... Şimdi bu lafı öne sürerek,
"Biz emperyalizme karşı mücadele ediyoruz" derler.
***
Epeydir,
"Kürt sorunu ile PKK sorunu farklıdır" diyordum. Efendim böyle bir ayrım yapılamazmış. PKK sorunu, Kürt sorununun ayrılmaz parçasıymış.
İşte buyurun: Benim ve benim gibi düşünenlerin
"teorik" düzeyde yaptığı ayrımı,
"uygulamada" PKK bizzat kendisi yapıyor. Yakında,
"Biraz sabredin... Hele Esad'ı kurtaralım, halkın dertlerine de eğiliriz" derlerse şaşırmayın.
Yine epeydir
"Apo'yu 'tek adam' olmaktan çıkarıyorlar" diyorum. Ona da itiraz ediyorlar: "Apo'suz bir PKK" düşünülemezmiş.
İşte buyurun: Öcalan,
"İran-Suriye aksıyla ittifak kurun" mu dedi?
"Barış Konseyi" gündeme gelmişken,
"Devleti öyle bir kışkırtın ki Kandil'e bomba yağdırsın; beni de unutsun" mu dedi?
Not: Yeni Şafak gazetesi dün BDP'lilere
"Katil Sizsiniz" dedi. İki açıdan katılmıyorum:
1) Ne olursa olsun siyasetten vazgeçmemek gerek. Hele linç? Allah korusun!
2) Kendi fikirleri yok ki
Kandil ne derse onu yapıyorlar.