Hırvatistan'ın tarihi ve turistik kenti Dubrovnik'te caz piyanisti Kerem Görsev ile karşılaşmak "bir an için" sürpriz oldu... Halbuki dünyanın dört bir yanında konserler veren birisiyle dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşmanız gayet normal değil mi?
Kerem Görsev, orkestrasını oluşturan basçı Kağan Yıldız ve davulcu Ferit Odman'dan başka, çellocu Sedef Erçetin'i (Atala) de alarak Dubrovnik Yaz Festivali'ne gelmişti.
Aslında klasik ağırlıklı bu festivalde caza pek yer yok. Ancak son yıllarda cazı, klasik müziğin ağırbaşlılığı, ciddiyeti ve titizliğiyle yorumlayan sanatçılar arttı.
Örneğin basçı Charlie Haden'ın, Kübalı caz piyanisti Gonzalo Rubalcaba ile yaptığı ve Türkiye'de de seslendirdikleri, "Land of the Sun" albümü bence bu kategoriye girer.
Geçenlerde aldığım Ulrich Drechsler'in "Concinnity" albümü de öyle: İnsan bazen caz mı dinliyor, klasik mi; tam ayırt edemiyor.
***
Bunları yazıyorum çünkü klasik ağırlıklı bir festivale bir caz grubunun, hem de
Türkiye'den bir caz grubunun davet edilmesi, o âlemler içinde önemli bir olay.
Kerem Görsev tamamı kendi bestelerinden oluşan parçaları Revelin Kalesi'nde seslendirdi.
Konsere bizim
ETS Tur ve işadamı
Fettah Tamince'nin sahibi olduğu
Rixos Libertas Oteli'nin sponsor olduğunu duyunca,
"Yoksa Türkler çalacak, Türkler dinleyecek mi" diye düşünmeden edemedim.
Ancak oturduğum koltuğun çevresinde caz sever
İngiliz turistler vardı ve en az bizim kadar sanatçıları alkışladılar.
***
Tarihi
Revelin Kalesi'nde konserin başlamasını beklerken 20'nci yüzyılın ne tuhaf bir parantez oluşturduğunu düşündüm.
Bir zamanlar
Osmanlı,
Venedik ile rekabet ederken, ittifak kurduğu merkezlerden biri de Dubrovnik'ti.
Çünkü
Adriyatik denizinin güney tarafında yer alan Dubrovnik, icabında kuzey uçtaki Venedik'in yolunu kesebiliyordu. Yani Osmanlı için Dubrovnik, çoğu zaman
"kardeş güç" idi.
20 yüzyıl ise
milliyetçiliğin ve
sosyalizmin çağı oldu. Bu ideolojilerden hareketle kurulan devletler, insanların serbest dolaşımını engelledi. Vatandaşlarını adeta dört duvar arasına hapsetti.
Halbuki şimdi vizeler kalkıyor. Hırvatistan'ın, Türklerden vize istememesi sayesinde birçok kişi çat kapı oralara gidebiliyor.
***
Ancak
Avrupa Birliği bu serbestliği engelleyecek. Birkaç yıl sonra Hırvatistan AB'ye girecek ve nihayetinde
Alman-Fransız ortak yapımı bir
odun mantığıyla oluşturulmuş
Schengen vize sistemine tabi olacak.
Ben Schengen'den sonra birçok
Türk turistin başka ülkelere kayacağını tahmin ediyorum. Çünkü bugün artık AB semalarında uçup da, kötü hatta berbat bir Schengen anısı olmayan insan kalmadı.
İşin gülünç yanı tam da bu: Schengen,
"sıradan" insanları etkiliyor.
İşadamı arkadaşlarım var. Belki yüzer kere
Almanya'ya,
Fransa'ya,
Belçika'ya, vs., girip çıkmışlar... Ama hâlâ Schengen kazığı yiyorlar. Olacak şey değil!
Öte yandan Avrupa ülkelerine kaçak işçi olarak girmeye çalışan garibanlar zaten vize için uğraşmıyor ki... Gemi ambarlarında,
TIR'larda ölümü göze alarak AB'ye adım atıyorlar.
***
Muhakkak ki AB bir medeniyet projesi. İnsanın, insan gibi yaşaması için kurulmuş bir sistem. Niyet çok güzel...
Ancak bu sistem günümüzde
Almanya ve
Fransa tarafından kendi çıkarları için kullanılıyor.
Bilhassa Almanya, Türkiye ile kıyaslandığından her bakımdan yetersiz ülkelerin AB'ye girmesini sağlayarak nüfuzunu artırıyor.
Bu tavır kavga çıkarır!