Başbakan Erdoğan, Azerbaycan ziyareti dönüşü uçakta gazeteci arkadaşlara şöyle dedi:
"Bazı şeyler Öcalan'ı da aşmış vaziyette. Her şey onun kontrolünde değil. Çatlak iddiaları boş değil..." (Sabah, 29 Temmuz)
Peki, aynı Başbakan, aynı uçakta, seçimlerden önce ne demişti?
1 Haziran günü yaptığı Diyarbakır mitingini izledikten sonra, Başbakan Erdoğan'a yönettiğim soruyu burada şöyle anlatmıştım:
***
Başbakan
Erdoğan'a sordum:
"Kandil ile
Silivri arasında bir ittifak, bir yakınlaşma olduğundan söz ettiniz.
Peki,
Kandil ile
İmralı arasında bir
çelişki, bir
gerilim olduğunu düşünüyor musunuz?"
Erdoğan en azından şimdilik böyle bir durum olmadığını söyledi. Başbakan bunu derken, elbette kendisine sunulan yoğun istihbarattan da yararlanıyordu.
Ama ben bu değerlendirmeye katılmıyorum. Ortada yeteri kadar
işaret var... (
Sabah, 7 Haziran)
***
Haziranın başından beri geçen iki aylık süre içinde Başbakan
Erdoğan fikrini değiştirdi.
Abdullah Öcalan ile Kandil'deki
PKK yöneticileri arasında bir uyumsuzluk, bir ahenksizlik olduğunu gördü.
Tuhaf bir durum bu: Benim elimde hiçbir
gizli/ özel bilgi bulunmuyor. Sadece açık kaynakları yani gazeteleri, dergileri, televizyonları ve internetteki kimi haber/ yorum sitelerini takip ediyorum.
Dahası... PKK uzmanı da değilim. Yani Kürt ulusalcılarının neler yaptığını günü gününe takip etmiyorum.
Peki, nasıl oluyor da... Onca askeri danışmana rağmen Başbakan
Erdoğan doğru biçimde bilgilendirilmiyor da... Durumun farkına ancak
Silvan Saldırısı'ndan sonra varıyor?
***
Eski Emniyetçi, akademisyen
Emre Uslu, bu durumu Başbakan'a danışmanlık yapan askeri ekibin,
zihniyet ve deneyim olarak
1990'lardan kalma olmasına bağlamıştı geçen gün.
O dönemde örgüt, Öcalan'ın mutlak kontrolü altındaydı. Apo yakalandıktan sonra da bu kontrol uzun bir süre devam etti.
Örneğin
"Türkiye'den çıkın" dediğinde, PKK inanılmaz sayıda kayıp vererek
Kuzey Irak'a çekilmişti.
İşte bunları yaşamış olan asker kökenli danışmanlar, gelişmeleri yanlış okuyor olabilir.
***
Benim yaptığım ise çok basit: Sağda solda, haberlerde sohbetlerde karşıma çıkan
bilgi kırıntılarını bir araya getirmeye çalışıyorum.
Tabii gelişigüzel bir istifleme, her türlü enformasyonu bir çuvala doldurma şeklinde olmuyor bu... Özellikle siyaset sosyolojisinden alınmış modeller var kafamda.
İşte o açıdan bakıldığında İmralı ile Kandil arasında bir uyumsuzluk baş göstermişti. Ben de bunu
"Abdullah Öcalan'ı 'tek adam'lıktan çıkarıyorlar mı?" başlıklı yazıda dile getirmiştim.
***
Daha sonra ilginç bir şey daha oldu:
Silvan Saldırısı, İmralı ile Kandil uyumsuzluğuna apaçık işaret ettiğinde, bazı yorumcular,
"Yok öyle bir şey" diyen uzun analizler döktürdüler.
Sanırım... Kimi Kürt ulusalcılığına duyduğu
"sempati" yüzünden böyle diyordu... Kimi ciddi emek sarf ederek yazdığı PKK
"raporunun" hâlâ geçerli olduğunu ispatlamak için... Halbuki mal ortadaydı. Geçen hafta Öcalan,
"Hem devlet, hem de Kandil bana şantaj yapıyor... Beni taşeron olarak kullanıyorlar... Bu şartlarda barışa katkıda bulunamam..." deyince... Hüsnükuruntuyla şişirilmiş analiz balonları patlayıverdi.
Tabii bu çatlak asıl
Kürt ulusalcılarını telaşlandırdı: Çünkü Öcalan'ın
Kürt halkının bir kısmı üzerinde efsanevi bir otoritesi var.
Bu büyük imkâna
"şimdilik" sırtlarını dönemeyecekleri için
DTK,
"Öcalan'ı dinlemeli ve özeleştiri yapmalıyız" dedi ki bunun
Türkçesi, "Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğunuz şu günlerde"dir...
Ben asıl
Kandil'in tavrını merak ediyorum.