Dün burada Tarhan Erdem'in araştırma şirketi KONDA tarafından kullanılan "endişeli modernler" tabirinden söz etmiştim.
Bunun üzerine KONDA'nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır iki yazısını gönderdi. Endişeli modern dedikleri kesimin, çeşitli konulardaki davranış ve tutumunu özetliyor.
Benim şu hayatta tanıdığım az sayıdaki gerçek sosyal demokrattan biri olan Bekir Ağırdır, hem araştırmalardan, hem de kendi gözlemlerinden hareketle bakın ilginç bir saptama yapmış. Okuyalım:
*** "Konu pazarlama, reklam, yönetim, tıp ve hele bilgisayar, internet, sanal âlem olunca her bir yeni bilgiyi, teoriyi, modeli sonuna kadar öğrenmeye çalışıyor ve kullanıyoruz. Ama saat altı olup işlerimizden çıkınca, topluma karışınca, olan bitenleri eski model ve kavramlarla açıklamaya çalışıyoruz. Yetmiyor doğal olarak. O zaman da anlamlandıramadığımız, açıklayamadığımız değişimlerden önce ürküntü, sonra giderek endişe ve korku üretiyoruz."
"O korkular bizi akvaryumlarımıza hapse götürdü; farkında mıyız?
Alkent'te oturuyoruz ama burnumuzun dibinde
Armutlu'daki sade insanların ne rüyalarından ne beklentilerinden ne de dertlerinden haberdarız."
***
Bence Bekir Ağırdır, olayın sınıfsal yönüne yukarıdaki iki paragrafta gayet güzel değinmiş. Ben de bir iki ekleme yapmak isterim:
Sözünü ettiği kesimdeki "endişe", iddia edildiği tipte bir endişe değil.
Yani
AKP'nin şeriatçı bir parti olmadığını, seçimde yenildiği takdirde hükümeti devredeceğini hepsi biliyor.
O halde şuna da bakmaları gerekiyor:
1) AKP'nin şeriatçı eğilimleri (?) değil, tam tersine
"demokrat eğilimleri" onları sinirlendiriyor.
Çünkü modernler
"kendilerine demokrat" tipler. "Bize göre, bizim için, bizim dediğimiz gibi bir demokrasi olsun" demekteler.
Yarım yamalak da olsa, AKP'nin demokratlığı, bunların otoriter zihniyetini açığa çıkarıyor.
***
2) "Yaptıkları meslek" ile
"yaşam tarzlarını" özdeşleştirmiş insanlar bunlar: Faraza, "Reklamcıysan, iş çıkışı bara gidersin" gibi...
Ancak karşılarına aynı mesleği, aynı başarıyla icra eden ama onlardan epey farklı yaşayan bir başka zümre çıktı. Bu aynı zamanda başka "ilişkiler", başka "çıkarlar" demekti.
Ve çekişme başladı.
Bu gergin rekabetin zirve örneklerinden biri, Merkez Bankası Başkanı
Durmuş Yılmaz'dır...
Eşi başörtülü ve daire kapısının önünde ayakkabılar duruyor diye demediklerini bırakmadılar Yılmaz'a...
(Ben de hiç sevmem, kavga bile çıkarırım o ayakkabılar yüzünden. Ama
"apartman adabı" başka,
"liyakat" başka...)
Bugün ise Yılmaz'ın kendinden önceki başkanlardan daha kötü bir performans gösterdiğini kimse söyleyemez.
Yani bir endişe söz konusu ama bu kesinlikle "laiklik elden gidiyor" endişesi değil.
(Hatta rekabette,
aynı işin daha ucuza yapılması endişesi de olabilir. Ama elimde veri yok.)
***
3) Bu kesim döner dolaşır askeriyeden medet umar. Onu göreve davet eder. Kışkırtır.
Darbe heveslisi emekli generallerin organize ettiği mitinglerde bayrak sallar. Vesayet rejiminin ideolojisi olan
Kemalizm'i benimser.
Şimdi ordu kışlasına doğru itiliyor, yargı farklı görüşlere açılıyor ya... Çılgın Türkler, deliriyor!
"Hükümet güvence versin" diyorlar. (Hatta bir köşe yazarı,
"Bizi kim koruyacak" demişti de, gülmekten gazete elimden düştü.)
Yok sana güvence adamım!
Kimse seni korumayacak beybaba!
Dernek, vakıf kurarak, siyasi partiye girerek kendi siyasi güvenceni kendin yaratacaksın.
Çık bakalım akvaryumundan...