Mehmet Ali Birand'ın sunduğu 32. Gün programında, Prof. Atilla Yayla töhmet altında bırakılmaya çalışıldı: "Liberal Düşünce Topluluğu olarak Avrupa Birliği fonlarından para alıyorsunuz." Başka bir programda da Türk Demokrasi Vakfı'nın eski başkanı Bülent Akarcalı benzeri bir eleştiriyle karşılaşmıştı.
Aslında bunlar bir eleştiri değil; sadece şaibe altında bırakma çabası.
Çünkü sokaktaki vatandaş, o paraların nasıl alınıp nasıl harcandığını bilmediği için soruyor: "Neler dönüyor? Peki benim cebime diye para koymuyorlar" İşte bu kuşkuyu kullanarak çamur atıyorlar.
Halbuki kimse kimseye havadan para vermiyor. Mekanizma kabaca şöyle işliyor: Bir proje hazırlayıp AB'ye başvuruyorsunuz. Kabul edilirse uyguluyorsunuz.
Yukarıda iki cümleyle anlatmaya çalıştığım sürecin ne kadar zahmetli olduğunu bilseniz, niyetiniz olsa da vazgeçebilirsiniz!
Çünkü sadece 'proje hazırlama' aşaması bir yıl kadar sürüyor. Bir kağıda yalapşap "şunu-bunu yapacağım" diye yazarak olmuyor bu işler.
Diyelim ki projeniz kabul edildi. Bu kez de her harcamayı milimi milimine kayda geçirip rapor etmeniz gerekiyor.
Mesela benzeri bir karalama, Bağımsız İletişim Ağı'na (BİA) yapılmıştı. BİA'nın kurucularından gazeteci Nadire Mater ise şöyle yakınıyordu: "Harcamalarımıza ilişkin fişleri, faturaları prosedüre uygun biçimde kayda geçirmekten başımı kaşıyacak vakit bulamıyorum. Adamlar kör kuruşun hesabını soruyor."
Bazı şapşallar farkında değil ama işin asıl kötü yanı ne biliyor musunuz? Fonlardan az yararlanmak!
Mesela eğitim-öğretim alanında AB fonlarına Türkiye de katkıda bulunuyor. Ancak... Faraza 100 euro verdikse, 50 euro'luk proje uyguluyoruz. Niye? Çünkü başta üniversiteler olmak üzere, eğitim-öğretim kuruluşlarımız yeteri kadar proje geliştirmiyor.
Yani aslında eleştiri tam tersi yönde olmalı: "Niye projeler için para alıyorsunuz" değil, "Niye yeteri kadar alamıyorsunuz" diye sorulmalı.
Enayiliğimize doymayalım!