Siz hiç orucunu, rakıyla bozan birini gördünüz mü? Ben gördüm. 1980'lerin başı. Altınoluk'tayız... Ramazan... Oruç tutan karşı komşu, evinin damına sofrayı kurmuş... Mangalı yakmış... Eline rakı bardağını almış, gözlerini karşıya, Ören'deki camiye dikmiş bekliyor... Top atıldı, şerefeler renklendi, bizim komşu rakısından bir yudum alarak orucunu açtı... Ardından da et faslına daldı.
***
Böyle Müslüman olur mu?
Evet olur! Beğenseniz de olur, beğenmeseniz de olur. Adam gönülden "Müslüman'ım" diyorsa, Allah'a, Kuran'a, Hz. Muhammed'e inanıyorsa olur!
Hayat 'ak ve kara' olarak, net biçimde ikiye bölünmüş değildir. Sürüyle gri bölge vardır. Birkaç gündür tartıştığımız TESEV'in "Din-Toplum-Siyaset" raporunu değerlendirmeye çalışanların bazısı işte bu griliği anlamakta zorlanıyor.
Mesela soruyorlar: "1999'dan 2006'ya, dindar olduğunu söyleyenlerin oranı artmış... Peki nasıl oluyor da başını örten kadınların sayısı düşüyor?"
***
Bunun cevabı gayet basit...
Adam 'çok dindar' olduğunu söylüyor. Tamam ama dindarlıktan anladığı ne? 'Beş vakit namazı kaçırmayan' bir kişi de kendine 'çok dindarım' diyebilir, oruç tutup sadece cuma ve bayram namazlarına giden de...
Aynı şekilde... Bir kadında güçlü bir Allah inancı olabilir ama başını örtmeyebilir, kurban kesmeyebilir.
"Efendim günah işliyor!"
Ne yapalım; işliyorsa işliyor!
Yani sözdeki, dildeki, ifadedeki inanç ile o inancın gündelik hayattaki uygulanışıyaşanışı arasında ciddi farklar bulunur.
Gelelim diğer bazı sorulara:
Derya Sazak, "Sokaktaki gerçeklik (yani kapananlardaki azalma) ile algılama (türbanlı artıyor, gözlemi) arasındaki fark nasıl oluşuyor? Doğrusu Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak bunu açıklayamadılar" diyor. (Milliyet, 23 Kasım)
1) Çarkoğlu ve Toprak'ın çalışmasında bu sorunun cevabı aranmamış ki zaten! O farkın nedeni ancak yeni bir araştırma ile ortaya çıkabilir.
2) Ben de raporun açıklandığı toplantıdaydım. Çarkoğlu ve Toprak, araştırmanın sonucu olarak değil, kişisel tahminleri olarak "Görünür oldular, dikkatleri üzerlerinde topladılar; o yüzdendir" cevabını verdi.
Benim fikrimse şöyle: Cumhurbaşkanı, Genelkurmay ve Deniz Baykal'ın 'irtica var' çıkışları... İstanbul merkezli medyanın yaydığı 'yaşam tarzımız tehlikede' ve 'İslami kesim büyüyor' haberleri... Türbanlı kızların Akmerkez türü 'modern' mekânlarda (hatta içkili lokantalarda!) çekinmeden dolaşmaları, alışveriş yapmaları, yiyip içmeleri... Bütün bunlar algıyı şekillendiriyor. İnsanlar sık sık gözlerine çarpanın, bol bol dikkatlerini çekenin, 'arttığını' sanıyor.
Bırakın laikçileri, İslami kesimin tam göbeğinde yer alanlar dahi kapanan kadınların arttığını iddia etmiyor muydu?
***
Ergun Babahan ise 'çok dindar' ile 'oldukça dindar' farkını merak etmiş. (Sabah, 23 Kasım)
Haklı. Çünkü son yıllarda Türkçe'yi bilmeyen TV editörleri ve sunucular 'oldukça'yı, 'çok' yerine kullanıyor.
Bunu bildiğim için aynı soruyu ben de araştırmacılara sormuştum: Buradaki 'oldukça', ankete cevap verenlerin (deneklerin) kullandığı bir kelime değil. Denekler kendilerini 0 (Hiç dindar değil) ile 10 (Çok dindar) arasında bir yere yerleştiriyor. Daha sonra Çarkoğlu ve Toprak, '7-8' kategorisine 'oldukça dindar' (yani ortalamadan biraz daha fazla) adını takıyor. Yani buradaki 'oldukça', deneklerin değil, araştırmacıların kullandığı bir kelime.