Kabaca şöyle bir saptama yapabiliriz: Türkiye'nin yönetici elitleri ve zengin sınıfları; Batılılaşma, modernleşme, laiklik gibi değerleri öne çıkarırken; yönetilenler, dar gelirliler, fakirler İslam'a sarılmıştır. Dolayısıyla Türkiye'de sadece gelir ve eğitim açısından değil, 'inanç' açısından da bir sınıf farkı oluşmuştur.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu geçenlerde tam da bu durumdan yakınıyordu.
Ramazan ayında ise tuhaf bir tersine çevirmeyi gözlüyoruz. Zengin sofraları ile fakirdar gelirli sofraları karşılaştırılıyor. İhtişamlı iftar mönüleri ayıplanıyor.
Dün Haşmet Babaoğlu da bu medyatik ' samimiyetsizliği' özetle şöyle ifade etti: "Ramazan gelince zenginin iftar sofraları ile fakirin iftar sofralarını dilimize doluyoruz. Halbuki Ramazandan önce de o sofralar böyleydi, Ramazandan sonra da böyle olacak." ( Vatan, 27 Eylül )
Nedense Ramazan gelince bu eşitsizlik, bu dengesizlik gözümüze batıyor (ya da batırılıyor). Sonuç: Ramazan popülizmi!
Mesela yine dün Balçiçek Pamir, atv'nin bir haberinden söz ediyordu: Çırağan Oteli'nın 130 yeni lira olan iftar mönüsünde ' altınlı çorba' varmış. Çorbanın içine 24 ayar altın varaklar katılıyormuş. Pamir " Oha yani! " diyor.
Tepkiyi gayet iyi anlıyorum ama bu yeni bir şey değil ki!
Sadece yemeklere değil, içkiye de altın katılır. İşte birkaç örnek:
1) Tekel İdaresi döneminde ' Altın Likörü' vardı. İçinde minicik altın parçaları bulunan bu likörün üretimine, idare özelleştirilip Mey İçki'ye geçince, talep olmadığı için son verildi.
2) Hünkar Lokantası'nın sahibi ve başaşçısı Feridun Ügümü'yü aradım. Bundan dört beş yıl öncesine uzanan bir anısını anlattı: İtalyan Şef Carlo Bernardini, Four Seasons Oteli'nde özel bir yemek sunumu yapar. Yemeğe sosyeteden ve gurmelerden 20 kişi katılır. Şef, İtalya'dan getirilmiş, her bir tabakası özel bir albümün içinde tek tek saklanan, incecik altın varakları sulu bir yemeğin üstüne süs olarak koyar. Konuklar da bu altınlı yemeği afiyetle kaşıklar.
3) Sabah'ın lezzet-gusto yazarı Ahmet Örs ise üç dört yıl önce Çırağan Oteli içinde açılan lüks pastaneyi hatırlıyor. Avrupa'dan gelen ünlü ustanın marifetleri arasında ' Altınlı Pasta' da vardır. Örs şöyle diyor: "Yemeğe altın katmanın birkaç nedeni olsa gerek.
Biri, görgüsüzlük. Yiyenler adeta ' Bakın ne çok param var' diye haykırıyor. İkincisi, altının cinsel gücü artırdığını iddia edenler var. Halbuki sindirilemeyen bu metal, üstten girip alttan çıkıyor. Üçüncüsü, Avrupa'da da şahit olduğumuz bu ihtişam gösterisinin ardında bir tür ' sapkınlık' olduğunu düşünüyorum."
Ahmet Örs 'sapkınlıktan' söz edince aklıma Hollandalı sevgilisini yiyen Japon ressam geldi. Adam kızı o kadar seviyordu ki onu içine almak, hazmetmek, vücuduyla bütünleştirmek istemişti.
Sanırım sadece dünyada değil, Türkiye'de de bazı burjuvalar, altında vücut bulan zenginliklerini, o kadar seviyorlar ki onunla kelimenin düz anlamıyla ' bütünleşmeye' çalışıyorlar. Ama heyhat! Altın, alttan kaçıveriyor!
Peki acaba bizim tarihimizde altınlı yemekler var mıydı? İçine altın para konan börekleri filan biliyoruz. Ama o bir oyundu. Para bulanın oluyordu.
Öte yandan zengin Osmanlılar, büyük iftarlar düzenlerdi. Bu yemekler esnasında, davetlileri ve mahalleliyi doyurmakla kalmaz, ciddi miktarda para dağıtırlardı.
Ancak bir sürü kitaba baktım, yemeğe altın varak katma adetine rast gelmedim. Bilen bana da söylesin.