Ne kadar tuhaf bir ülke burası! En temel kavramlarda dahi anlaşamıyoruz. Mesela Cumhurbaşkanı Sezer, "Laiklik bir yaşam biçimidir" diyor. Benim böyle bir tanıma katılmam mümkün değil. Çünkü...
'Laiklik' siyasi bir kavramdır. Devletin yönetim ilkelerine, dini ilkelerin karıştırılmamasını ifade eder. Mesela bir siyasi parti, "Ben iktidara geldiğimde şeriatı uygulayacağım" diyemez.
'Yaşam biçimi' ise toplumsal bir kavramdır. Bir insanın ya da bir topluluğun gündelik hayatını nasıl düzenlediğini gösterir.
Bir insan "Ben lâikim" dediğinde, olsa olsa "Siyasette, devlet idaresinde laiklik ilkesinin uygulanmasından yanayım" demek istemektedir. Onun dışında bir kişi nasıl laik olabilir?
Az dindar olabilirsiniz... Çok dindar olabilirsiniz... Tanrı tanımaz olabilirsiniz... Türkiye'nin ortalama vatandaşı ramazanda oruç tutar öte yandan TV karşısına geçtiğinde iki tek rakı da içer... Bunların hepsi mümkün. Peki ama bir insan, kendi hayatını ikiye bölebilir mi? "Burada dindarım, şurada değilim... Az önce Tanrı'ya inanıyorum ama şimdi inanmıyorum, yarın yine inanacağım" diyebilir mi? Eğer derse bunun adı şizofrenidir!
Kimse kimseyi aldatmasın: Bu ülkede elbette kısaca "Siyasi İslam" dediğimiz iktidar projesinin ardında koşanlar oldu, hala da var, yarın da olacak. Ama şunu da biliyoruz... Dindar insanların çoğunluğu bu fikre karşı: "Siyaset başka, din başka; ikisini birbirine karıştırmayın, dini siyasete alet etmeyin" diyorlar. (Zaten öyle demeselerdi Erbakan zihniyeti ezici bir çoğunlukla iktidara gelirdi.)
Onların laiklikle, cumhuriyetle, demokrasiyle bir alıp veremedikleri yok: "Devlette laiklik prensibi uygulansın, cumhuriyetle idare edilelim, siyasette birçok parti yarışsın" istiyorlar. Ama laiklik adına, cumhuriyet adına kendilerine baskı yapılmasına da karşılar.
Olay budur!