Elini uzatsan sanki Kuzey Kutbu'na değecek! Güneşin batmadığı İmparatorluklar bilirdik de yaz mevsiminde havanın kararmadığı, Norveç şehri Tromsö'yü de görmüş olduk. UEFA'nın Avrupa Kupaları'na ev sahipliği yapan kuzeydeki en son futbol kalesi konumunda Tromsö... Şirin evleri, caddeleri ile 67 milletten 60 bin insanı barındırsa da Tromsö, dünyanın en pahalı şehirleri sıralansa ilk üçe girecek durumda.
G.Saray'dan bu yana sahalarını çamur deryasından kurtarıp sentetik hale getirseler de dört elle sarıldıkları futbol duygularında sentetikleşme olmamış! Güneşe hasret kaldıkları kış günlerinde sarıldıkları sıcaklıklardan biri de hiç kuşkusuz futbol olmuş. Dededen toruna aile boyu tribünleri doldurdular. Bırakın her pozisyonu; her çalımı, her faulü sahada yaşadılar.
Şehrin dörtte birine denk gelen bu sempatik ve etkileyici seyirci grubu olmasa, bu takım Beşiktaş'ı yenmeye cesaret bile edemezdi. Tromsö, sınırlarını bilerek oynadı. Öncelikle oyun disiplininden hiç uzaklaşmadı. İlk golü yedikten sonra seyircinin etkisiyle ayakta kaldı.
SAYGILARINI KAYBETTİLER
İşte bu anlarda siyah-beyazlı oyuncular, oynamaktan çok oynatmamaya çalışan rakibe olan saygılarını kaybettiler. Almeida'nın golünden sonra Beşiktaş "Bu turu geçtik" diyerek rakibi küçümsemeye başladı. Almeida'nın golü zayıf rakibi çökerteceğine Beşiktaş'ı oyundan düşürdü.
Defanstan sorumsuz çıkışlar, orta sahada amaçsız paslaşmalar, hücumda dağınık ataklardan oluşan bir sürü, yakışmayan garip sahneler izledik.
'Ersan'ın yaptığı penaltı değildi' desek ne olur? 'Escude ikinci golde niye adamını kaçırdın' diye hesap sorsak ne değişir? Bu takımın Deli Dumrul gibi dolaşan Almeida'nın yerine golcüye ve acilen sol beke ihtiyacı olduğunu biliyorduk ancak Slaven Biliç'in takımının rakibi küçümseme huyunu da ilk kez öğrenmiş olduk. Beşiktaş'ı sevenler bu aralar zaten CAS'ıyordu, Tromsö'de germeye hiç gerek yoktu. Alabilecekleri bir galibiyeti çok gördüler.