Son günlerde Suriye ve Mısır'da yaşanan derin krizler, Türkiye'nin önündeki en önemli siyasal sorun olan "çözüm süreci"ne yönelik ilgiyi gölgeledi. Bir bakıma, Kürt sorununun çözümüne ilişkin tartışmalar siyasetin ve kamuoyunun gündeminde arka sıralara düştü. Ancak bunun geçici bir durum olduğu açık.
Çözüm süreci, farklı boyutlara sahip ve değişik tarafları ilgilendiriyor. Aynı zamanda "süreç" ifadesinin de anlattığı gibi, zamana yayılacağı ve farklı aşamalardan oluşacağı üzerinde genel bir mutabakat sağlanmış durumda. Bu bakımdan, sorunun bir anda çözülemeyeceğini, tarafların karşılıklı olarak atacağı adımların sürecin ana hatlarını oluşturacağını söylemek mümkün.
İlk aşamada, sorunun taraflarından biri olan PKK'dan beklenen, şiddet eylemlerine son vermesi ve silahlı unsurlarını ülke dışına çıkarmasıydı. Buna hükümetin cevabı ise yeni bir demokratikleşme paketini uygulamaya almak şeklinde belirecekti. Söz konusu ilk adımları, zaman içerisinde yenileri izleyecekti. Oysa içinde bulunduğumuz aşamada, sürecin taraflarının adım atmak yerine karşılıklı olarak birbirlerinin yaklaşımlarını gözlemlediklerini söylemek çok da yanlış olmayacak.
Örgütün silahlı unsurlarının ülkeden çekilme süreci başlangıçta planlanandan çok daha yavaş gidiyor. Başbakan Erdoğan'ın da vurguladığı ve BDP'nin de onayladığı gibi militanların çekilme oranı yüzde 20 civarında seyrediyor. Kamuoyunun iknası bakımından örgütün silaha veda etmeye hazır olduğunu göstermesi büyük önem taşıyor. Süreçte kullanılan en yaygın argümanlardan birinin, terör nedeniyle artık "cenazenin kalkmadığı"nın olduğu hatırlandığında bu durum daha iyi anlaşılabilir. Ancak bir kısmının kontrolden çıkması da mümkün olan militanların dağdaki mevcut konumlarını korumaları, her an şiddete dönüş bakımından kendi içinde potansiyel bir tehlike barındırıyor.
Bunun daha da ötesinde PKK'nın ülke içinde silahlı unsurlarının varlığını süreçte hükümete karşı bir koz olarak kullanmaktan vazgeçmediği görülüyor. Örgütün sözcüleri, süreçte yaşanacak bir kesinti durumunda "eskisinden daha vahim" sonuçlarla karşılaşılacağını söylemekten geri durmuyorlar. Aynı şekilde PKK, Suriye'de yaşanan uluslararası krizi de ülke içi çekişmede güç devşirme aracı olarak kullanmak istiyor. Örgütün Suriye'de PYD üzerinden etkili olma çabası, hem Esad'ın muhaliflerle savaşma kapasitesini artırıyor hem de iç kamuoyunda farklı stratejilerle güç kazanma arzusunda olan PKK'nın çözümü ne ölçüde benimsediğine yönelik soru işaretleri doğuruyor.
BDP'nin sürece yönelik ikircikli bir tavır sergilemesi de çözüme giden yolu zorlaştıran bir başka etken. Bir taraftan BDP'nin diğer muhalefet partilerinden farklı olarak Kürt sorununu çözmek için atılan adımlara destek verdiği görülüyor. Diğer taraftan ise BDP, en baştan beri süreçle ilgili inisiyatifin kendisinde olduğu izlenimi vermeye çaba harcıyor. Kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmek yerine, hükümetin atması gereken adımlar konusunda yeterince istekli davranmadığı mesajını veriyor. Bu bağlamda, BDP cephesinde muhtemel bir çözüm durumunda kendi tabanını kaybetmeme kaygısının ağır bastığı söylenebilir. Nitekim Parti, kitlesini diri tutabilmek için farklı yerlerde mitingler düzenleyerek hükümetin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesini talep ediyor. Bu yolla BDP, destekçilerine çözüm sürecinin kendi gücünde bir zaaf oluşturmayacağı, tam tersine süreçte psikolojik üstünlüğü elinde tuttuğu mesajını vermek istiyor. Ancak Parti, eylemlerin kendi kontrolünden çıkabilme ve oluşacak görüntüler nedeniyle süreç konusundaki olumsuz algıyı artırma ihtimalini göz ardı ediyor.
Öte yandan süreçte hükümetin de üzerine düşen birtakım yükümlülüklerin olduğu açık. Her şeyden önce, hükümet, uzunca bir süredir üzerinde çalıştığı kapsamlı demokratikleşme paketini açıklamak, hatta bunun da ötesinde uygulamaya almak durumunda. Hükümetin bu konuda mütereddit bir tavır sergilemesi, süreçten rahatsız olan kesimlerin işini kolaylaştırabilecek bir etki meydana getirebilir. Ancak belki de bundan daha önemli olarak AK Parti iktidarı, atacağı adımlarla demokratikleşmenin konjonktürel koşulların dayatmasıyla değil, ilkesel nedenlerle gerçekleştirildiği yönündeki iddiasını bir kez daha kanıtlama imkânı bulacak. Tüm bu süreçte farklı iç ve dış dengeleri gözetmek zorunda kalan hükümetin işinin kolay olmadığı kolayca tahmin edilebilir. Ancak sürecin başarıya ulaşmasının başlıca teminatı da hükümetin kararlılığı olacak.
Bu denli kapsamlı ve uzun geçmişi olan bir süreçte bazı duraklamalar ya da yavaşlamalar olması gayet doğal. Sürecin her aşamasının aynı hızda gitmesini beklemek çok da gerçekçi bir yaklaşım değil. Kaldı ki, sorunun tarafı olan siyasal aktörlerin kendi mevzilerini mümkün olduğunca korumak için dikkatli bir tavır sergilemeleri de olağan karşılanmalı. Ancak gündelik siyasal hesapların sürecin genel gidişatına sekte vurmaması, tarafların ortak kaygısı olarak belirmeli. Ayrıca muhtemel bir başarısızlık durumunun kimse için bir getirisinin olmayacağı görülmeli. Sonuca bu kadar yaklaştığımız bir noktada tarihin başaranları yazdığı; küçük çıkarlar peşinde koşanların ise kısa sürede unutuldukları akılda tutulmalı. Dahası farklı toplumsal kesimlerin çözüm için gerekli psikolojik eşiği aştıkları ve artık çözümden başka alternatif görmedikleri gerçeği de gözden kaçırılmamalı.