Geçtiğimiz hafta en fazla tartışılan konulardan biri Başbakan Erdoğan'ın Balyoz Davası hükümlüsü emekli orgeneral Ergin Saygun'a yönelik "hasta ziyareti"ydi. Yargılama sonucunda 18 yıl hapis cezası alan Saygun, rahatsızlığı nedeniyle 8 Şubat günü tedavi altına alınmıştı. Başbakan'ın ziyareti ve ziyaret öncesinde tutuklu askerlerle ilgili yargılama teamüllerini sorgulayan sözleri, ister istemez akıllara bazı soru işaretleri getirdi. En baştan beri, Ergenekon ve Balyoz davalarını siyaseti baskı altına almaya yönelik teşebbüsler bağlamında değerlendirip mücadele kararlılığı sergileyen Erdoğan acaba geri adım mı atıyordu? Nitekim muhalefet, ziyareti bu şekilde yorumladı; aynı görüşü, darbelere karşı çıkan pek çok kişi de paylaştı.
Ziyaretin bağlamı
Erdoğan'ın ziyareti birkaç farklı açıdan yorumlanabilir. Türkiye'de Ergenekon ve Balyoz gibi davalar nedeniyle çok keskin bir siyasal kutuplaşma olduğu görülüyor. Geçmişte kendileri de darbelerden mağdur olmuş pek çok isim bile, sırf darbe girişiminin AK Parti'yi hedef alması nedeniyle davalardan ve soruşturmalardan rahatsızlıklarını gizlemiyorlar. CHP ve MHP'nin bu davalardan yargılanan bazı isimleri milletvekili seçtirmesi söz konusu durumun örneği olarak değerlendirilebilir.
Kutbun diğer tarafında ise adı geçen bazı isimlerin süreçle hiç ilgilerinin bulunmayabileceğini göz ardı eden yaklaşım var. Bu kutuptakiler, tipik bir "kurunun yanında yaşın da yanması" yaklaşımıyla bu süreçte yaşanması muhtemel olan kişisel mağduriyetlerin üzerinde durmuyor. Bundan dolayı, davaların kendi içeriğinden bağımsız şekilde, güçlü argümanlarla desteklenen kişisel masumiyet iddiaları yeterince yankı bulmuyor. Dolayısıyla hukuk, adalet tesis edici işlevini yitirerek herkesin kendi amaçlarına ulaşmak için kullanmak istediği bir araç durumuna dönüşüyor. Ayrıca bazı durumlarda kişilere isnat edilen suç, tüm geçmiş hayatlarına şamil kılınıyor. Böylece, aslında, hukukî açıdan kendilerine verilenden daha ağır bir cezayla karşılaşmaları sonucuyla karşılaşılıyor.
Bütün bu unsurların yanı sıra, yargının tutukluluğu dava sürecini engellemeye yönelik önleyici tedbirin ötesine taşıyarak, neredeyse peşinen cezalandırma etkisi uyandıracak bir teamüle dönüştürmesi de, yargı süreçlerine yönelik eleştirileri arttırdığı gibi meşruiyet zeminini de aşındırıyor. Bu nedenle, Erdoğan'ın tutukluluğu sorgulayan sözleri ve Saygun'a yönelik ziyareti -amacın bu olup olmasından bağımsız bir şekilde- toplumsal gerilimin azalmasına katkı sağlayacaktır. Türkiye'de hükümet sistemi ve anayasa değişikliği tartışmalarının yaşandığı şu günlerde bu çabalar ayrı bir önem taşıyor.
Hassas denge
Öte yandan, bu tür bir tavır sergilenirken darbe girişimi davalarına ve soruşturmalarına zarar verilmemesi gerektiği de açıktır. Burada hassas bir dengenin gözetilmesi gerekir. Bir yandan, kendilerini siyasetin üzerine yerleştiren vesayet kurumlarının "Yeni Türkiye"de de yer bulabileceklerini düşünmeleri onlar için bir hayat öpücüğü anlamına gelecektir. Öte yandan, geçmişte vesayetle işbirliği içinde bulunmuş kişilerin, vesayetin kurumsal dayanaklarından arındırılacağı yeni dönemde de, farklı mağduriyet biçimlerine maruz bırakılmadan toplumla uzlaştırılmaları gerekir.
Erdoğan ve AK Parti'nin gücünü borçlu olduğu unsurlardan biri, bugüne kadar, siyasetten rol çalmaya çalışan demokrasi dışı aktörlerle uzlaşmaya girmemeleridir. Kapatma davası, 367 Krizi, 27 Nisan Bildirisi ve darbe girişimleri gibi geçmişte bir iktidarın rahatlıkla sonunu getirebilecek bir dizi olaya rağmen AK Parti, on yıldır iktidarda olmasını bu tavra borçludur. Buradan hareketle, siyasal gerilimi azaltma çabalarının demokratikleşme sürecinde bir kesintiye neden olmaması gerektiğinin altı çizilmelidir. Bu bakımdan, Erdoğan'ın ziyaretinin hemen ardından oluşan havayı darbelerle mücadeleden vazgeçilmesinin aracı haline getirmemek gerekiyor.
Demokratikleşme uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Türkiye gibi vesayetin çok uzun dönemler boyunca sistem üzerinde bir kalkan oluşturduğu ülkelerde bu durum iyiden iyiye zorlaşabilir. Üstelik kısa sürede kazanılan kısmî başarılar kurumsallaştırılamazsa kriz anlarında yeniden geriye dönüş tehlikesi baş gösterir. Bu nedenle, siyasal iktidar, reform sürecinde ileriye doğru atılacak adımların hızı ve kapsamı konusunda kararlılıkla hareket etmelidir. Söz konusu süreçte mesafeyi ve tempoyu belirleyen yalnızca siyasal iktidar olmalıdır. Aksi takdirde eski rejimin aktörleri, siyasetçilerin kararsız kaldıklarını gördükleri anda sistemde oluşan boşlukları doldurmakta gecikmeyeceklerdir. Bu bakımdan, Saygun ziyaretine benzer örnekler, iktidarın inisiyatifi hiçbir şekilde elinden bırakmamasının istisnası olmamalı ya da bunun aksi yönünde bir kapının aralanması işlevi görmemeli.