Bir zamanlar çok insanın kaldığı bir evde yaşıyordum. Ev kaçaktı. Elektrik kaçaktı, ben kaçaktım, kardeşim kaçaktı. Kirayı veremediğimiz zamanlar saklanırdık, geceleri çıkardık.
Bir komün gibiydi ev. Ortaklaşa bir hayat. Gelenler, gidenler, hayaller, bitmez projeler. Aynı tencerede pişerdi makarna. Ama nedense bulaşığı hep ben yıkardım. O da ayrı mesele.
Kadınlar vardı, kaçak aşklar. Kalp kırıklıkları. Bin türlü yara bere, bin bir türlü incinmişlik...
Dostlar vardı sözde! İşler daha da kötüye gittiğinde ortadan toz olan. Bir mekan vardı. Bir sinemacı kurmuştu. Halkın yüzüne gerçekleri söyleyecek filmler çekmek üzere kurmuştu. İmece mi desem, ne desem, idealist bir gruptu. Adlarını "hayalin tacirleri" koymuşlardı. O hayalin multi milyarder olmak olduğu çok sonra ortaya çıktı.
Neyse işte, oraya giderdik, kaçak içkiler, yabancı şarkılar ve hayaller peşinde. O zamanlar, insan etiyle beslenen bir dev çöreklenmişti şehre. Postallı bir canavar!
Ayaklarımızda şangır şungur prangalar, kendimizi o sıkıştırılmış mekanlarda "özgür" sandık. Oysa kimlikler dağılmıştı, rotalar kaybedilmişti. Köksüz ve inançsız sürüklendik.
Her şey yasaktı o vakitler. Bir tek içki içmek serbesti! İleri geri konuşmak, Dev'e direnmek yerine ayyaş olmaktı moda. Biz de içerdik, yürek yakan şiirler okur ve sık sık içerdik. Çok zayiat verdik bu yüzden. Beyinler haşlandı, karaciğerler kızardı, erken ölümler bir çığ gibi düştü tepemize.
Gelecekler kurardık toplanıp. Filmler, kitaplar, kurtuluşlar. Hiçbiri yayınlanmadı, bütün filmler başlamadan kaldı...
Dışarda Dev'in askerleri, azman haydutlar gözlerdi yolumuzu, korkardık. Bolca aç kalırdık, işsiz kalırdık, borç alırdık, ödeyemezdik, yol değiştirirdik. Adımız ayyuka çıkmıştı.
Bir komün hayatı yaşıyorduk. Ülkeyi, insanyiyene kaybetmiştik, evlerde yeni medeniyetler kurarız sanıyorduk.
Cahildik, -o Neşet Ertaş şarkısındaki gibi cahildik- dünyanın rengine kandık, olmayacak hayallere inanıp fena yanıldık.
Alacaklılar sökün ettiğinde kaybolurdu komüncüler. Kartlar patladığında terk ederdi sevgililer.
Bir zamanlar bir evde yaşardım, hayatın kaçağıydım, kaçaklığa müthiş anlamlar atfederek hem de... Romanlardaki gibi olsun isterdim hayat. Ona buna sırnaşır, herkesi başıma toplar, büyük muhabbetler kurardım. Ev kaçaktı, internet bağlantım kaçaktı, elektrik kaçaktı...
Bir gün kaçak elektriğimi de kestiler. Gizlice bağlamak isterken cereyan çarptı beni, bayıldım. Yığıldığım yerde yapayalnız, sabah bir uyandım! Baktım dilimde bir "edep ya resul Allah", dilimde bir estağfurullah, genzimde o zikir.
Elektrik şoku iyi gelmişti yani bana! Ne de olsa elektrikle yapılan sorgulamaların kenarından yırtmış bir kuşaktandım. Ondandır her hal, baktım ki bir açılma, bir ayılma durumu, oh be dedim.
Bir söz verdim kendime, bir ant içtim. Özgürlüğün manası ne demekmiş, bildim...
Komünü momünü dağıttım. Telefon numaralarının tümünü sildim. Kapının kilidini değiştirdim, gittim icra dairesine ellerimi kaldırdım, teslim oldum. Bir işe girdim, bütün borçları ödedim. Uzun sürdü.
Şu son bereketsiz tartışmalar nedeniyle; şimdi eskiii, bin yıl öncesi gibi gelen o şeylere bakıyorum da Çekirge!
Bırak medeniyet inşa etmeyi, anasının adının köküne bile Fransız insanların hercümercinde, bulaşıkları hep sen yıkayacak ve tozu hep sen alacak ve haciz memurlarıyla hep sen sevişeceksen yalandır bu hayaller. Bu turistlerden ödünç alınmış sahte gelecekler, tümü beynimizi yakmak için planlı bir tezgah! Hem şu komünal hayatlar falan. Hepsi koca bir yalan...