Biz yaralı bir kuşağız Çekirge. Postal altında ezilmiş nevrotik bir kuşak. Genel Kurmay Başkanı'nın çıkıp "Ben bir kamu görevlisiyim" diyeceğini, rüyada görse inanmayacak bir kuşak.
Ama oldu, söylendi! Ülkenin hakiki gündemi boy gösterdi. Normalleşme ve çoğullaşma. Eminönü de böyle bir rüya ülkesi işte benim için. Tek biçimli değil, çok biçimli bir hengame! Dipten demokrasi dersleri...
Nasıl bir şehir medeniyetinden geldiğimizi söylüyor, hangi kadim hal ve edepten. Şehrin kökü orada. İstanbul'un ana kucağı tam orası!
Besmeleyle açılan dükkanlar, hâlâ senetsiz, sepetsiz, bir söze verilen borçlar, ehlileşmiş bir ticaretin elifbası ve her renkten insanın sosyalleşme alanı.
Kapısından bir tane yoksulu bile geri çevirmeyen bir Ahi-esnaf kültürü. Karşılıklı atılan laflar, tezgah tellalları arasında akan bir insan ırkı geçidi, bir tip cümbüşü, bir post-imparatorluk. Koca bir Türkiye!
Her nabza göre küçük lokantalar ve hatta kafeler. Baharat elektronikle, tahta nikelle, kumaş dantelle tanışır kaynaşır orada. İnsanın aklına ansızın; "kendine yeten eğlenceli bir cumhuriyet" olabilir fikri düşebilir orada.
Mısır Çarşısı turistlerindir! Asıl hayat, Tahtakale, Mercan, Sultan Hamam'da yürür. Ve o deli güzellikteki hikayeleriyle zanaatı sanat yapan hanlarda. O mücevherlerde...
Yeni şehrin, kasvetli sıkıcı mimarisine tıkılmış, cetvelle çizilmiş caddelerinden gösterişli yalnızlıklara koşturan insanları için büyük bir sürprizdir Eminönü. Birbirine zinhar benzemeyen sokakları her defasında oyunbaz bir bilmeceye dönüşen bu sihirli Eski Kent, insanı sürekli dener, yenileştirir. Depresyon müptelası modernliğin bezginine asla fırsat vermez, onu şaşırtır, yüz yüze ilişkilere sokar, birilerinin gözlerine bakmaya mecbur eder, eline, koluna dokunur, durur.
Seçkin melankolimizi böler, şehrin üstümüze zorla geçirdiği o sanal fanusu kırar, bizi hakiki hayatın içine girmeye, 'Selam' vermeye teşvik eder. Daha ne olsun?
Eminönü benim için köklerimle kucaklaşmanın, ferahlamanın mekanı. Darbeli 90'ların bizi hapsettiği İkitelli kolonilerinden, modern'ciliğin şeytan üçgenlerinden, dipsiz bedbinliğimizden bir çıkış, bir cıvıltı. Kolesterollü aydınlara ecdattan, bedava tarafından bir rehabilitasyon servisi!
Eminönü diyorum. Bir aşağısama, küçümseme edatı olarak kullanılan semtten bahsediyorum. "Burası da çok Eminönü oldu ayol", diye konuşur ya AVM kafası, Beyaz Jaleler filan. Ondan bahsediyorum. Tarihi Yarımada, anıt mimari, Canlı Höyük diyorum.
İstanbul'un ilk yerleşiminin, büyük imparatorlukların kalbinin attığı toprak. Hanlar, Osmanlı'nın zarif medeniyetinin sinir düğümlerini bağladığı yer. Asabi kavimciliğe, Batıcıl, nobran milliyetçiliklere inat, bizim sivil atılımlarımızın başlangıç noktası! Hanlar, çoksesli bir müzik topluluğu.
Ermeni ustalar, Yahudi, Rum tüccarlar ve bir dünya mozaiğinin renklendiği şiir gibi avlular, tılsımlı geçitler, kubbeli odalar ve çarşı.
Birlikte yaşamanın kitabı oralarda yazılmış. 19. yüzyıl nobranlığına rağmen kendini korumuş, yaşamış bir efsane. Asıl kültür. Kök kültür.
Büyük hoşgörünün semti. Nefret suçunun işlenmesinin imkansızlaştığı bir flora. Her dilden, dinden insanın hayat bulduğu bir medeniyet. Kurulmakta olan yeni Türkiye'ye feyz olacak bir miras, bir ilham...
Cuma namazlarında dükkanının kapısını tek bir sandalyeyle kapayacak kadar Allah'a emanet ve sabah şakalaşmalarında alçakgönüllü bir muhabbetçi, pazarlık etmeyi bilen bir şehirli ve bilge.
Size tavsiyem, bu büyük değişim günlerinin hızından kaçın, Eminönü'ne çıkın! Oturun bir çay için ve gözlerinizi açıp kulaklarınızı dikin. Ne gam kalacak, ne kasavet! Bakın, o yüzlerce yıllık sur-duvarlar nasıl fısıldıyor: "Asıl olan benim, esas bilgi bende..."
Bir de yapabilirseniz, şehrin bu duygusal zekasının sizi ilk ağızda uğratacağı şokları atlatabilecekseniz, lütfen, Büyük Valide Han'ın gizli teraslarının yolunu bulup oralarda 360 derece İstanbul seyredip ezan dinleyen turist kafilelerine katılın. O sırlı semtin kubbelerindeki çağrının akustiği, en az ecnebiler kadar size de, anneannenizin şefkati kadar iyi gelecektir. Buna müptela olacaksınız, bana inanın...