Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Venedik'i bienaline bakarak alma

Venedik güzel bir şehir... Bienalle daha da güzelleşmesi gerekirken tema, konsept, eser seçimi ve sergileme problemleri bunu engelliyor. Bu yüzden bienali sorgulamak gerekiyor

Venedik Bienali neredeyse, İstanbul Bienali ise bugün bitiyor. Bizim şehirdekini birkaç kere gördüm ve beğendim. Venedik Bienali'nin açılışına katılamadım. Bir öncekini, 2009 yılındakini, çok yakın dostlarımla, müthiş sıcak bir ağustos gününde, su buharları içinde yüzerek gezmiştim. Bu yıl ancak bayram tatilinde gidebildim. Gene su buharları içindeydi Venedik ama bu kez yağmurlar yağıyordu. Tarihin en önemli ve güzel şehirlerinden biri olan bu kentte, karanlık bir gökyüzü altında, şemsiyelerin daha da kararttığı bir ortamda gezdim bienali.
Venedik'te olmanın kendine göre zevkleri var; her şeyden önce dünyaya yemek pişirmeyi öğretmiş bir şehirde olmak dünyaya değer. Öte yandan eğer şöyle veya böyle hava açmışsa ama gökyüzünde kızaran, pembeleşen, eflatunlaşan bulutlar varsa, deniz kıyısındaysanız, güneş batıyorsa karşı yakalara bakmak, o görkemli yapıları görmek büyük zevk. Ya da insanı en çok çarpan şey: Bizim yakıp yıkıp ortadan kaldırdığımız eski yapıların içinde dolaşmak.
Kente yayılmış, dünyanın o derecede önemli sanatçılarının bienalden bağımsız sergilerini gezmek. Venedik'in bir hali var, her mevsimde.
Maksadım Venedik'i değil, bienali anlatmak.
Şunu hemen belirteyim ki, Venedik Bienali bizimkinden birçok bakımdan farklı. Biz bir uluslararası küratör buluyor, sergiyi onun düzenlemesini istiyoruz. Venedik'in de bir küratörü var ama o biraz daha uluslararası bir karşılaşma boyutu taşıyor. Bu yılki sergileri Bice Curiger hazırlamış. Bu büyük sergi Arsenal denen tersanede yer alıyor. Öte yanda, Giardini denen yerde ise ulusların kendi pavyonları var.
Venedik, ülkelere o geniş alanda yer veriyor.
Uluslar da kendi pavyonlarını inşa ediyor, içlerinde kendi sergilerini oluşturuyor.

SÖZCÜK OYUNLU İSİMLER DEMODE
2011 sergisinin başlığı ILLUMInations başlığını taşıyor. Bu isim daha başlangıçta şanssız.
1990'larda bu sözcük oyunlarına dayalı isimler çok 'modaydı'. Her yerde Fransız felsefeci Derrida'nın yapısökümcü/dekonstrüksiyonist rüzgarı esiyordu. Üstelik Berlin Duvarı çöktüğü için, kabul edilmiş, ezberlenmiş bazı sözcükler, içerdiği anlamlar bu yaklaşımlarla 'açılıp/sökülüp' yeni anlam tabakaları bulunuyordu. Aradan bunca yıl geçtikten sonra 'aydınlanmalar/aydınlıklar' anlamına gelen bir sözcük, imlayla ikiye ayrılıp hem ışık (illum) hem de uluslar (nations) şekline bölününce insan iyi kötü ne göreceğini, daha doğrusu ne görmeyeceğini sezinliyor.
Nitekim öyle. Serginin ana mekanında yer alan işlerin büyük bölümü, bir arada görülünce de, teker teker ele alınınca da hiçbir iz bırakmıyor.
Düzenlemenin adıyla işler arasındaysa hiçbir ilişki yok. Ortada birbirini bütünleyen iki ayrı parça yok ya da bir parça (yapıtlar) diğerinin (isim) etrafında dizilmemiş. Herhangi bir toplu sergide görüldüğü gibi yapıtlar yan yana gelmiş, dileyen dilediği anlamı türetebilir.
Sergi kayyumu maksadını açıklarken de tahmin edilebilecek kavramlara başvurmuş. İşte, ulus kavramı diyor bize hemen sınır kavramını çağrıştırır vs. Bunlar artık tekrarlana tekrarlana kabak tadı vermiş açıklamalar. Kaldı ki, eğer serginin başlığında yer alan 'aydınlanma' kavramı biraz daha kavramsal bir çerçeve içinde moderniteyle, onun ulus devlet inşasıyla, modernleştirici ulus devletlerin aydınlanmacı gelenekle olan ilişkisine yönelseydi daha çekici olabilirdi ama gene de yeni olmazdı. Görsel sanatların ilişkili olduğu entelektüel dünya bunları çoktan tüketti. Ama Venedik Bienali bu anlayışla devam ediyor.

ANA SERGİ BAŞARISIZ
Bienaller bugün dünyanın her yerinde çok etkili örgütlenmeler. Bunda sanat piyasalarının oynadığı büyük bir rol var. Artık sermayeden kopuk bir sanat ortamı düşünülemiyor. Bienaller gerek bu sanatın entelektüel boyutunu oluşturmak, gerek yapıtları göstermek ve izlerçevrenin onlara ulaşımını sağlamak bakımından önemli. Bir ulusun görsel sanatlar alanındaki düzeyi de bu yoldan öğrenilebiliyor.
Gelin görün ki, öbür tarafta sözünü ettiğim bienalde karşılaştığımız türden sıkıntılar var.
Bir küratör, birilerinin yapıtlarını beğenip düzenlemesine dahil ediyor. O sanatçıyla arasında bir ilişki olabiliyor. Ama o yapıtla ne bienalin kavramı örtüşüyor, ne de sergileme ortamı veya yöntemi. Küçük bir galeride ortaya koyulduğunda etkili olan yapıt bienalde yitip gidiyor.
Bu defa da böyle sayısız iş var. Çıplak duvarlara yapıştırılmış, ucuz resimler, fotoğraflar, görüntüler. Ancak mekana müdahale eden yapıtlar, sözünü cesurca söyleyen büyük ölçekli çalışmalar, mimarlıkla iç içe geçmiş düzenlemeler etkili. Gerisi boş. Ana serginin bu başarısızlığına karşılık pavyonların bazılarının çok başarışlı işler sunması gene bienal konusunu niye tartışmamız gerektiğini bize enine boyuna anlatıyor. Kimse bienale itiraz etmiyor ama bienallerin de aklını başına toplamasının zamanı geldi geçiyor.
İyi ki yağmurda gezdim bienali, dışarıda güzel ve çekici bir hava olsaydı, bu kadarını bile yapamazdım gibi geliyor bana. Kısacası, bienale bakarak alınmaz Venedik...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA