Son zamanların mizah alanındaki en başarılı programlarından biri o. Hayır efendim, Avrupa Yakası değil, Ünlüler Çiftliği! O nasıl bir cesaret, nasıl bir dayanıklılıktır? Bırakın elektriksizliği, klimasız ortama bile alışkın olmayan bünyeler, neden ve nasıl o şartlarda haftalarca yaşayacaklardır? İlk bölümde, 3 kilometrelik engebeli yürüme parkurunda Louis Vuitton bavullarıyla Seren Serengil'i seyrederken, dedim ki, "İşte benim programım!" Hayatımda 3 kilometreyi bir oturuşta yürüdüğüm (!) tek defa olmuştur: Hayatımın ilk ve son trekking macerası! 1990'ların başı. Bir grup genç olarak nedense trekking yapmaya karar verdik. Moda mıydı neydi?! Bir pazar sabahı 10 kişi toplanıp, en havalı yürüyüş giysilerimizle yola çıktık. O gruptaki arkadaşlarımın, genellikle Boğaziçili Etiler sakinleri olduklarını belirteyim! Kızlarda yer yer Seren'in markalarından olmak şartıyla, asla macera sporlarına uygun olmayan sırt çantaları, DKNY eşofmanlar, Palladium marka şehir için yapılmış, güya yürüyüş ayakkabıları, janjanlı güneş gözlükleri falanlar filanlar. Erkeklerin hepsinin kafasında renkli bir bandana. Oralarına buralarına da sanki buffalo avlayıp yiyecekmişiz gibi, havalı ve pahalı bıçak takımları, çok amaçlı çakılar falan takmışlar. Tikilikte sınır tanımıyoruz, diyebilirim! Ancak rehberler bir gün önce demiş ki, yanınıza yedek giysi, ayakkabı, su ve yiyecek alın. Yani tabiatıyla sırtımızda bayağı yük var. Böyle maceralar genellikle çok neşeli ve enerjik başlar. Aynı Ünlüler Çiftliği'nde olduğu gibi. Düz yol, sabah kahvaltısının ve heyecanın verdiği enerji, şakalar, nezaket, doğanın tadını çıkarma ayakları vs. Birinci saatin sonunda, o dolarla alınmış tişörtler terden sırtımıza yapıştı. Yürüyüş parkuru dikleşmeye başladı. Kızlar arkalara düştüler. Öflemeler püflemeler. Velakin yol bitmiyor! Rehberler civa gibi önden koşup duruyorlar. Hayır, grubu bıraksak yolu kaybedeceğiz. Ormanın içine girdik, düşe kalka, sulara bata bata ilerlemeye çalışıyoruz. Pazar günü trekking'i, Blair Witch tadına geçmeye başladı! Dehşetin doruk noktası, ufak bir tepeye tırmanma bölümüydü ve kızlar için sürprizdi. Biz papatyalı yollarda yürüyüp piknik yapacağımızı zannediyorduk, ne bilelim işin içinde dağcılık olacağını! Akşam yediydi zannediyorum. Artık erkeklerin de tıknefes olmasıyla parkur kısa kesildi ve arabalara binildi. Şehir gözümüzde tütmeye başlamıştı zira. Müteakip üç gün yattım! Daha önce var olduğunu bilmediğim kaslarım bile ağrıyordu! Doğa sporlarıyla tüm ilişkim bundan ibarettir. Tatil yaparken sürpriz sevmem. İlk defa gideceğim otellerin oda resimlerine bile bakarım internetten. Neyle karşılaşacağımı bileyim diye. Arayıp banyoda fön var mı, yok mu diye sorarım. Arkadaşlarımın ısrarlarına rağmen, Kelebekler Vadisi'ne, Sundance'e falan gitmeyi yıllarca reddettim, reddedeceğim. Şimdi hayattaki en büyük korkularımın benden daha kokoş birilerinin başına geldiğini seyrettikçe, yıllardır bu programı beklermişim diye düşünüyorum! Dayanıklılıklarını şimdiden kanıtladılar. Bana kalsa birinci kilometrenin sonunda: "Haydi arkadaşlar, ben bir taksi çağırıyorum, gidip duş alacağım, hatta paraya kıyıp masaj yaptıracağım, akşam da eve kebap getirtip televizyonda sizi seyredeceğim" der kaçardım! Mizah öğesine gelince... Ünlü takımı, aşağı yukarı hiçbir şeyi olmayan ve kaba tomruktan yapılmış dört duvar çiftlik evine yerleşti. Hayır, musluk bile yok. Seren Serengil odada ayna aradı. Olmadığını öğrenince de adını şu cümleyle mizah tarihine altın harflerle yazdırdı: "Ayna yok mu? E ne giydiğimizi nereden bileceğiz?" Ben akşam yemeğe çıkarken bile takı takmaya üşenirim. Seda Üren'in her Allah'ın günü, dağın başında, kocaman altın halka küpelerini takarak odadan çıkması, nasıl bir bakımlılık, ne tür bir yaşama sevincidir? Oraya götürdüğü terlikler de önemli bir detay tabii ki. Böyle küçücük, ince topuklu, sivri burunlu, beyaz ve yanılmıyorsam saten! Mecburen onları yün çoraplarla giyiyor kızcağız o ayrı. Onları seyretmeye devam edeceğim. Şeytan azapta gerek!