Uyandı, gözleri hemen güldü: "Günaydın" dedi; "İyi haftalar, iyi yıllar, iyi pazartesiler... Herşeyin en iyisi işte" dedi. O, yeni bir yıla yüklediği anlamların, bir sonraki gün, daha sonraki gün, yani her yarında, her yeni günde devam edeceğini, hayatın hep iyi, hep güzel olacağını biliyor ve bekliyordu. Çocuk sevinçlerini kaybetmemişti çünkü. Çünkü o hâlâ çocuktu... Peki? Siz nasıl uyandınız dün sabah; yeni bir haftaya, yeni bir yıla, yeni bir pazartesiye? Kendinizi severek, kendinizden memnun, kendinizden umutlu mu? Yoksa kendi çocukluğunuz çok uzaklarda olduğu için, sizde mi uzaksınız kendinizden? Aynaya baktığınızda; baktıkça başkalarının yüzlerini mi görüyorsunuz kendi yüzünüzde? Başkalarının gözleri mi bakıyor size? Dün sabah uyanınca yeni bir yıla, yeni bir haftaya, yeni bir sabaha içinizde yeni olan ne vardı; düşündünüz mü? Yoksa eski korkularla, eskimiş izlerle, takılmışlıklarla, kavgalarla, kendiniz ve başkalarıyla yaşanılan savaşlarla mı geldiniz? Saat tam 00.01'de, takvim 2006'dan 2007'ye geçtiğinde kendinize verdiğiniz sözlerin, tuttuğunuz dileklerin, hangisi sizinle birlikte uyandı yeni bir yıla, yeni bir sabaha? Yani size ne katıldı? Yani sizden ne eksildi? Yoksa hiç mi birşey değişmedi? Yani çocukluğunuzdan biraz daha mı uzaklaştınız? Çok mu uzak oldu bu sorular sizden? Ama değişmeyecekse bir şeyler, değişmeyecekseniz siz; yıl almak yaşlanmak olacaksa... Umut olmayacaksa, değişim olmayacaksa, ha üç yıl öncesi ha beş yıl sonrası ne fark eder? Ne fark edecek? Bu yazıyı okurken kendi çocukluğunuzu düşünün ve kendi büyümüşlüğünüzü! Arada geçen zaman çok büyük bir uçurum gibi geliyorsa gözünüze, eğilip aşağılara bir bakın. Kendi içinize bakın. Başınız dönecektir belki biraz ama yenilenmek için biraz yorulmak gerekir. 2007'nin bu ilk yazısında, ben kendi içimde, kendi çocukluğumu buldum örneğin... Sabah uyanmak, uyanıp da güne gülerek başlamak zordu ama çocukluğumu hatırlatan bir çocuk yürek bana gülerek "Günaydın" dedi. Onda kendimi gördüm, hayatı gördüm... Hayat umuttu...