Aslında okur mektuplarına dün yer vermiştim ama Polat Özdemiroğlu'nun yazdıkları o kadar önemli ve öncelikli ki, yarını bekleyemedim. Bu ciddi sorunun, 'ayrıca' işlenmesi gerektiğini düşündüm.
Reklam bombardımanı artık işkenceye dönüştü. Sektör, seyirciyi usandırıp başka mecralara kaçıracak (internet gibi) ve altın yumurtlayan tavuğu boğazlayacak diye korkuyorum. Bakın, bu şuursuz reklam bombardımanı izleyiciyi nasıl da tahrip ediyor:
"Selamlar Yüksel Bey. Sanırım benim gibi birçok kişi, televizyon kanallarının bu kadar çok reklam trafiği yaratmasından dolayı size şikayet yağdırıyordur. Az önce Show TV'de Güldür Güldür programını izliyordum. Bitmesine 10 ya da 15 saniye kala birinci reklam dalgası geldi. Sanırım 15 dakikaya yakın reklam ve çeşitli program tanıtımları yayınlandı. İkinci reklam dalgası da yine 15 dakikaya yakındı.
dakikaya yakındı. Ardından programın finali, program sponsorlarını izletme ve son olarak üçüncü reklam dalgası... O kadar sinirlerim bozuldu ki, resmen şikayet edecek birini aradım etrafımda. Evde tek olduğum için kimseye içimi dökemedim. Önce RTÜK'e yazı yazdım, şimdi de sizinle dertleşiyorum. İnsanı bu kadar aptal yerine koymanın, izleyicileri bu kadar reklam manyağı yapmanın birileri önüne geçmeli diye düşünüyorum.
Evimdeki televizyonun hakimi ben olsam da, bir kumanda tuşu ile bunu aşabileceğimi bilsem de, hatta programı televizyondan değil de internetten izlemek gibi bir alternatife sahip olsam da; bu kadar rahat at koşturmaları çok rahatsız edici bir durum."
Görünen o ki; insanlar, reklam bombardımanından korunacak yolları olmasına rağmen öncelikle 'yolunacak kaz' ya da 'oltaya takılacak balık' gibi görülmekten rahatsız. Televizyon ve reklam sektörü kendi sonunu getirecek bu mirasyedi hoyratlığından kurtulmalı...