Aşk ve Ceza'da işler iyice sarpa sarıyor. Ben hayatımda böyle "engelli" bir aşk koşusu görmedim. Savaş ile Yasemin, Ferhat ile Şirin'i bile gölgede bırakacak bir "imkansız aşkın" peşinden koşuyorlar. Çünkü sevdaları, kocaman yalanların üzerinde yükseliyor. Yani temelde sağlam beton yerine "deniz kumu" kullanılıyor. Binanın üzerlerine devrilmesi an meselesi. Yasemin, Savaş'tan olan çocuğu için "ablamın" dedi. Hatta son bölümde bir de "hayali enişte" uyduruverdi. Savaş ise töre gereği evlenmek zorunda bırakıldığı yengesini, davette "bir akrabamız" diye tanıttı. Bu arada Çiçek, Savaş'a vurgun, arızalı eski sevgilisi de Yasemin'in peşini bırakacak gibi görünmüyor. Savaş deseniz, Çiçek'i boşarsa iki kan davalı aile arasında "savaşa" neden olacak. Yani bu sevdanın neresinden tutmaya kalksanız, elinizde kalıyor. Allah dizinin senaristlerinin ve seyircilerinin yardımcısı olsun. Dedim ya, ben hayatımda bu kadar "arızalı aşk" görmedim... Bazı izleyiciler ise son bölümde Savaş ve Yasemin'in haftasonu kaçamağında yaşadıkları romantizmi "çok klasik ve yaratıcılıktan uzak" bulduklarını söylüyorlar. Onların bu düşüncelerini cumartesi sayfamızda sizlere ulaştıracağım. Ama bana göre "romantizm" öyle zor bulunur hale geldi ki, millet eskisine, püsküsüne, klasiğine, modernine değil, "kırıntısına" bile muhtaç durumda. Baksanıza, Savaş ile Yasemin bile o dere kenarında yürürken, 1800'lü yılların sonlarında Göksu deresinde fesli, şemsiyeli aşıklara özenip, iç çektiler... Bu arada dizilerde acayip bir kitap okuma modası başladı. Yok, vallahi şikayet etmiyorum. Olsun... Daha fazlası olsun... Bu hafta da kısmetimize Faruk Nafiz Çamlıbel ve Turgut Uyar'ın şiirleri düştü. Bir dönem, dizilerde "klip" modası vardı. Aşıklar gün batımında el ele yürürken, fonda o ayın en hit şarkısını duyardık. Şimdi yeni trend, şiirler...