Hıncal Ağabey'in tavsiyesine aldırmayıp, Fazıl Say'ın muhteşem "Fırtına" sını izlemeseydim, çok üzülürdüm. Ama beni "Fırtına" dan daha fazla etkileyen, "Nazım" oratoryosu oldu. Bugüne kadar Nazım'ı anlatan pek çok kitap okudum. Ama içinde tek bir kelime geçmemesine ve sadece notalarla ifade edilmesine rağmen bana göre Nazım'ı en iyi anlatan eserlerden biri, Fazıl Say'ın "Nazım" ıydı. O notaların yüreğimde titreştirdiği; memleket özlemiydi, Anadolu aşkıydı, saf insan sevgisiydi, başkaldırıydı... Sadece piyanonun tuşlarına dokunarak, bir buçuk dakika içinde bunca şeyi anlatmak da sadece Fazıl Say gibi bir dehaya nasip olabilirdi zaten... Ve "Yaşamdan Dakikalar" ı özlediğimi fark ettim. Dörtlünün herkesi kıskandıran dolu dolu yaz öykülerini dinlemek keyifliydi. Kültürün, sanatın, aktüalitenin "bağ bozumunu" yaşadım adeta. Ama... Dekoru yadırgadım biraz... Tamam, sonbaharın hüznünü ve romantizmini resmeden, sararmaya yüz tutmuş yeşillikler arasında sezonun ilk programını sunmak ilginç bir fikir olabilirdi. Ama bana sanki "Lost"u izliyormuşum duygusu verdi. Hıncal, Nebil, Haşmet, Sunay ve Fazıl sanki uçak kazazedeleri olarak ormanın derinliklerinde vakit geçiriyormuş gibiydiler!..