Hülya Avşar'ın verdiği bir röportaj "Halkı kin ve nefrete" sürükleyen, "bölücü" bir demeç olarak nitelenip, savcılık tarafından dava açılmasına neden olmuş. Hülya Avşar bu ülkenin bir sanatçısı. Üstelik "en ünlü" sanatçısı. Etnik kökeninin, yaşadıklarının ve gözlemlerinin ışığında sosyal bir meseleyi kendince değerlendirmiş. Söylediklerinin haklı ya da haksız olduğunu tartışacak değilim. Benim asıl tartışmaya açmak istediğim, bu ülkenin sanatçılarının neden her konuştuklarında ağızlarına mühür vurulmaya çalışıldığı... Üstelik, sayın savcı, adına "demokratikleşme süreci" denilen bir kavramla ilgili "değerlendirmeden" rahatsız olarak, dava açmış. Asıl garibime giden de bu. Katılırsınız, katılmazsınız, savunursunuz, savunmazsınız ama eğer fikri olanlar bugün de konuşamayacaksa ne zaman konuşacaklar? Bu ülkede "magazin objesi" diye dudak bükülen üç kadının söyledikleri, pek çok politikacıdan daha fazla yankı buluyor. Biri, Sezen Aksu, biri Hülya Avşar, diğeri Bülent Ersoy... Onlar ne zaman bir sosyal konuya değinse, üzerlerine çullanıyorlar. Vay efendim siz kimsiniz ki, bu konularda fikir ileri sürüyorsunuz? Siz yüzünüzdeki makyajla uğraşın!.. Onlar konuşuyorlar. Fikir ileri sürüyorlar. Yorum yapıyorlar... Peki ya adlarının önünde "sanatçı" sıfatı bulunan ama en fazla fikir çarpıştırılması gereken böyle bir dönemde "sus pus" kalan sözde devrimci, sözde demokrat, sözde ilerici sanatçılara ne buyrulur? Belli ki kaybedenin yanında yer almamak için bileklerden birinin bükülmesini bekliyorlar. Kim kazanmaya meylederse, onun yanında saf tutacaklar. Konuş Hülya konuş... Konuş ki, birilerinin yüzü kızarsın!..