Yıllardır bu sütunlarda "Dizi setleri köle pazarına döndü" diye yazıp, duruyorum. Her hafta 100 dakikalık dizi çekmek için gösterilen insanüstü çaba ile oyuncusundan yönetmenine, ışıkçısından asistanına kadar televizyon emekçilerinin nasıl çile çektiğini anlatıyorum. Katıldığım her programda üç gün uyumadan oynayan artistleri, Anadolu'da aylarca dizi çektiği için çocuğunun "baba" dediğini duyamayan oyuncuları, evine hasret dekorcuları, uykusuz araç süren ulaştırma görevlilerini konuşuyorum. Sonunda olan oldu. Son Bahar dizisinin ekibi, güç çalışma şartlarından kaynaklanan yorgunluğun kurbanı olarak Azrail'e yenik düştü. Şimdi sektör ayakta. Taksim'e gidip, yürüyorlar, slogan atıyorlar. Bence çok geç. Zira son 5 yıldır yaşananlar çoktan ciğerleri oydu, kalpleri yordu, hücreleri kemirdi. Strese bağlı hastalıklar trafik kazası gibi öyle pat diye can almaz. Etkisi yıllar sonra çıkacaktır, eminim. Allah tüm televizyon emekçilerini yıllar sonra pençesine düşecekleri hastalıklardan korusun. Peki örgütlenmek tek başına çözüm olabilir mi? İyi bir adım olabilir ama kökten bir çözüm getireceğine pek ihtimal vermiyorum. Tuzla'da sendikalı işçiler hâlâ ölüp, durmuyor mu? Ankara'da bordro yakan memurların üzerine tazyikli su sıkılmıyor mu? Bu ülkede sosyal bir yaptırım gücü yoksa, örgütlensen ne olur, örgütlenmesen... Çözüm yollarda değil, vicdanlarda... Yolları değil, vicdanları aşındırabilirsek başarılı olabiliriz. Sektörün karar mekanizmasını oluşturan televizyon yöneticileri, reklamverenler, yapımcılar "Yahu biz nereye gidiyoruz?" diye kendi kendilerine sormadıkça, Son Bahar'lar erken gelmeye devam edecek...