atv'deki Yaşamdan Dakikalar, peynirli omlet gibi pazar sabahlarımın vazgeçilmezi oldu. Tek sakıncası, şirketteki çalışmamı bir buçuk saatliğine engelliyor olması... Bu hafta Hıncal Uluç sayesinde Haluk Bilginer'in müthiş tiyatroculuk başarısına alkış tuttum. Nebil Özgentürk'ün enfes görsel derlemeleri bir kez daha içimi ısıttı. Atilla Dorsay'ın o duygusal anlatımının ardından "Bir hayvansever olarak Arkadaşım Tilki filmini nasıl atlamışım?" diye hayıflandım. Ve Sunay Akın sayesinde dağarcığıma yeni bir anekdot ekledim. Meğer Çanakkale Boğazı'nda batan Dumlupınar, adını daha önce hurdaya çıkartılan bir denizaltıdan alıyormuş. Ve o denizaltıda motor astsubay olarak görev yapan biri varmış. Adı, Hulusi Kentmen'miş!.. Eski Türk filmlerinin o "babacan fabrikatörü", derinlerde yağa, kire bulanırmış meğer... Ancak program boyunca keyfimi kaçıran bir detay vardı. Hıncal Uluç'un gömleği... Yo, hayır, son derece şık, zarif bir gömlekti. Ancak ince çizgileri nedeniyle, bizim, televizyonculukta "tarama" dediğimiz görüntü kirliliğine yol açıyordu. Kamera ne zaman Hıncal Uluç'a dönse, üstat sanki elektriğe kapılmış gibi görünüyordu. Hani nasıl desem, Cem Yılmaz'ın reklamdaki ünlü benzetmesi gibi, "böyle kımıl kımıl, jan janlı" bir görüntü oluştu. Hadi diyelim ki, Hıncal Ağabey'in kamera önü tecrübesi, o gömleği giymenin teknik bir sakınca yaratacağını öngörmeye yetmemiş. Peki ya bu programın yönetmeni uyuyor mu? Evet, uyuyor. Yoksa en azından Uluç'un ayağının altında iki kat olan halının ucunu görüp, düzeltirlerdi!..