80'li yılların başları... Biz, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, Halkla İlişkiler dersi hocamız Cüneyt Koryürek'in amfiye yaklaştığını çok önceden anlardık. Zira ortalığı, hepimizin karnını acıktıran enfes bir vanilya kokusu kaplardı. Bizler sabahın köründe kurabiye hayali kurarken, Koryürek Hoca, vanilyaya yatırılmış tütünlü piposunu tüttürerek içeri girerdi. İşte o nedenledir ki, ne zaman vanilya kokusu duysam, aklıma "halkla ilişkilerin önemi" gelirdi. Cüneyt Koryürek'in trafik kazasında öldüğü haberini alınca, ilk kez vanilya kokusu burnumun direğini sızlattı... Koryürek, atletizmin "sporların anası" olduğunu öğreten adamdı aynı zamanda. Onun yorumladığı atletizm yayınları sayesinde Türkiye'de pek çok çocuk, atlet olmaya heveslendi. Sporların anası atletizmin, "anasını ağlatanlar" ise her seferinde karşılarında Koryürek Hoca'yı buldular. Ölüm haberinin detaylarını okuyunca bir kez daha trafik canavarına isyan ettim. Daha geçen ay bu ülkenin en önemli heykeltıraşlarından Prof. Dr. Tankut Öktem'i aramızdan alan o değil miydi? Adnan Kahveci gibi bir vizyoneri, Barış Akarsu, Kerim Tekin, Uzay Heparı, Ajlan Büyükburç gibi genç müzisyenlerin geleceğini orağıyla biçen, karayollarındaki Azrail değil miydi? Bence trafik canavarı, bu ülke için PKK'dan daha büyük bir tehlike. Zira PKK, bu ülkenin geleceğini karartmak için bu denli "özenli" bir "hedef belirleme çalışması" yapmıyor!.. Onlar, meydanlara bomba koyup, gelişigüzel patlatıyorlar. O anda yakından geçen kim varsa, hedef o oluyor. Peki ya Trafik Canavarı öyle mi? Sanki aylarca düşünüyor, taşınıyor, araştırıyor, takip ediyor ve bu ülkenin geleceğini aydınlatmaya aday kim varsa, tırpanını ona doğru sallıyor... (Şimdi birkaç sivri akıllı çıkıp, "PKK'nın şehit ettiklerini 'önemsiz insan' kategorisine mi koydun?" demeye heveslenmesin. Zira ne demek istediğim, "onların bile" anlayacağı kadar açık!)