Yarın son saniye şokuyla, daha doğrusu hem Avrupa Birliği'nde hem de Türkiye'de 9 büyüklüğündeki depremin yıkımına yol açacak bir felaketle karşılaşmazsak, Lüksemburg'ta tam üyelik müzakereleri için masaya oturmamızla birlikte, hepimizin hayat filmine yeni bir başrol oyuncusu katılacak: AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn. Zorlu müzakere sürecinde ev ödevini geciktirdiğimizde kaşlarını çatınca ona kızacağız, sırtımızı sıvazlayınca bizden biri ilan edeceğiz. Kısacası, ifrat ile tefrit arasında gidip geleceğiz. Her zaman, herkes için yaptığımız gibi. Neylersiniz; genlerimizde var. Aslında bu göreve getirildiği 2004 sonbaharından beri kamuoyu bir ölçüde de olsa tanıdı AB'nin bu Finli, yani Finlandiyalı bürokratını. Üstelik şu ana kadar sözünü esirgemeyen selefine, Alman Günther Verhaugen'e göre daha yumuşak, daha ılımlı bir profil çizdiği için kanımızın ısındığını da söyleyebiliriz. (Hakkını teslim edelim; Verhaugen başta Türkiye'nin AB üyeliğine karşıydı ama zamanla görüş değiştirdi ya da alıştı; 16-17 Aralık 2004'teki Brüksel zirvesinde AB liderlerinin Türkiye'yle müzakerelerin açılması kararını almalarını sağlayan rapor çok büyük ölçüde onun eseriydi. "Büyük ölçüde" ile ne kastettiğimizi aşağıda anlatacağız.) Olli Rehn'e kanımızın kaynamasında hiç kuşkusuz görevi devralmasından bu yana, özellikle de 17 Aralık kararından sonra tüm AB platformlarında "Madem Türkiye'ye bir şans tanıdık, o şansı değerlendirmesi için fırsat vermek zorundayız", "Türkiye gibi gururlu bir ulus asla ikinci sınıf üye olamaz" çizgisinden bir milim bile sapmamasının önemli etkisi var. Yani bize başka, AB'deki muhataplarına başka konuşmamasının. Ankara'da ne diyorsa, Brüksel'de de onu tekrarlamasının. AB ülkeleri politikacılarının "çifte söylemleri" nin neden olduğu kimi mini, kimi maksi krizleri düşünürsek, Rehn'in hiç de hafife alınamayacak bir dürüstlük ve erdem örneği oluşturduğunu kabul veya itiraf etmek zorundayız. 43 yaşındaki Finli'nin görevi üstlendiği günlerde, 20 Ekim 2004'te yaptığı bir konuşma var ki etkilenmemek mümkün değil. Yazık; Türkiye'de hak ettiği yankıyı uyandırmadı bu konuşma. Üstelik, İstanbul'da yapılmasına rağmen. Olli Rehn'in 20 Ekim 2004'te İstanbul'da, Hilton Oteli'nde toplanan Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu'ndaki konuşmasını kastediyoruz. Bakın neler demişti: "İstanbul'da olmaktan çok ama çok mutluyum. AB Komisyonu'nun bir komiserinin bir aday ülkede bulunmaktan mutluluk duyduğunu söylemesi, siyaseten pek doğru görülmeyebilir. Ama siyaset benim umurumda olmadığı için, duygularımı açıkça sergilemekten çekinmiyorum. Evet, İstanbul'da bulunmaktan mutluyum. Ya da biz Finliler'in severek kullandıkları ifadeyle, Atatürk'ün ülkesinde bulunmaktan mutluyum. Zira bizim için Türkiye denince akla gelen ilk isim, daha doğrusu Türkiye'nin tamamlayıcı sözcüğü Mustafa Kemal Atatürk'tür. Ayrıca ülkelerimiz arasında tarihi bir köprü bulunduğunu, Türkiye ve Finlandiya'nın bağımsızlık destanlarının birçok ortak noktası olduğunu vurgulamaktan da özel bir keyif duyduğumu belirtmeliyim. Atatürk'ün Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabının okullarda okutulmasını istediğini, hatta bunu zorunlu kıldığını biliyoruz. Grigoriy Petrov'un yazdığı o kitabın Finlandiya halkının uyanmasını sağlayan kahramanı J. V. Snellman'ın, Atatürk döneminde örnek insan gösterildiğini de unutmadık, unutmayacağız. Atatürk'ün bağımsızlık kahramanımız General Mannerheim'a hayranlık duyduğunu da biliyoruz. Zincirin üçüncü halkasında ise Finlandiya'nın uzun dönem Devlet Başkanlığı'nı yapmış olan Urho Kekkonen bulunuyor. Gençliğinde Atatürk devrimlerini yakından incelemiş ve izlemiş olan Kekkonen, göreve gelince Kemalizm'in ilkelerini ülkemizde de hayata geçirdi: Ulusal birlik temeli üstünde yükselen güçlü bir devlet ve tüm yurttaşlar için fırsat eşitliği. Ülkelerimiz, yani Finlandiya ile Türkiye arasındaki fark şu: Bizde halkın uyanmasını sağlayan toplum lideri olarak Snellman'ın, askeri şef olarak Mannerheim'in ve devlet adamı olarak Kekkonen'in üstün nitelikleri Türkiye'de tek adamda toplandı; Atatürk'te." Gerçekten müthiş etkileyici, değil mi? Madem Rehn'le içli-dışlı yıllar geçireceğiz, onun sözünü ettiği Finli kahramanları (bir halk önderi, bir devlet adamı ve bir askeri deha) kısaca tanıtmakta fayda var. Rus yazar Grigoriy Petrov'un Finlandiya gezisi ve gözlemlerinin ürünü olan "Beyaz Zambaklar Ülkesi" bugün bile askeri okullarımızda geleceğin komutan adaylarına mutlaka okumaları tavsiye edilen bir klasik. Kitabın kahramanı Snellman ise tek cümleyle şöyle anlatılabilir: "Binlerce göl ve bataklıklar ülkesi olan Finlandiya'yı Beyaz Zambaklar Ülkesi'ne dönüştüren adam." Snellman öğretmenlerden din adamlarına, avukatlardan memurlara kadar tüm Finli aydınları cahil halk yığınlarının eğitimine, okur-yazarlığına ve uyandırılmasına destek vermeye çağırdı. Böylece toplumun aydınlanmasını ve çağı yakalamasını sağlayacak olağanüstü bir seferberlik başladı. Günümüzün aydınlık Finlandiya'sı, toplumsal dönüşümünü ona borçlu.
KEKKONEN'İN ÖNEMİ
Rehn'in sözünü ettiği Fin büyüklerinden Urho Kaleva Kekkonen ise gerçekten büyük bir devlet adamı. 1900 doğumlu. Hukukçu. 1930'larda Köylü Birliği partisinden (günümüzde Rehn'in de üyesi ve bir dönem milletvekili olduğu Merkez Parti'nin kökü) siyasete atıldı. 1936'da milletvekili seçildi, 1956'da ise Devlet Başkanı. Türkiye ziyareti sırasında adına pul çıkarılan Kekkonen bu görevde tam 25 yıl kaldı. Finlandiya'nın tarafsız bir ülke olarak hem Doğu hem Batı'da saygı görmesini sağladı. İskandinavya onun çabalarıyla nükleer silahlardan arındırıldı. Dünya barışına en önemli hizmeti ise 1975'te Helsinki'de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nı toplamak oldu. (O zirveye katılanlardan yalnızca Süleyman Demirel hayatta. Tanrı uzun ve sağlıklı ömür versin.) Kekkonen 1982'de sağlık nednleriyle, kendi isteğiyle devlet başkanlığından ayrıldı, 1986'da da hayata veda etti. Gelelim, Olli Rehn'in "Atatürk'ün de hayranlığını kazanmıştı" dediği üçüncü kahraman Mareşal Carl Gustaf Emil Mannerheim'e. Bir soyluydu o; bir baron. Ama Rusya'nın boyunduruğu altındaki bir ülkenin baronu. 1917'de Bolşevik devriminin ateşi yakılınca, o da Finlandiya'nın bağımsızlık savaşını başlattı. Kazandı. Sonra genç cumhuriyetin ilk lideri oldu. Köşesine çekildiği yıllarda İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Ve tabii Hitler ordularının Finlandiya'yı işgali. Yeniden göreve çağrıldı. Silahlı kuvvetler başkomutanlığına getirildi. Hitler onu savaşmamaya ikna için ayağına kadar gitti ama geri adım attıramadı. Sonunda kazanan Mannerheim oldu. Savaşın ardından Finlandiya'nın altıncı cumhurbaşkanı seçildi. Mareşal Mannerheim'dan söz ederken Rehn'in gözleri parlıyor. Nedeni var; çünkü İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler ordularına karşı savaşları Mikkeli'deki karargahından yönetti. Rehn'in memleketinden.
MIKKELI'DE DOĞDU
Finlandiya'nın doğusunda yer alan ve Rus Çarı 1'inci Nikola'nın kurduğu Mikkeli'de suların kapladığı alan karaların birkaç katı. Çünkü burası Avrupa'nın en çok göle sahip yöresi. Nüfusu sadece 33 bin. Ancak sadece Finlandiya'nın değil, tüm İskandinavya'nın en önemli kültür ve eğitim merkezlerinden biri. Ayrıca çok da varlıklı; çünkü üniversitelerinde ve laboratuvarlarında durmadan bilgi toplumunun buluşları üretiliyor. Tarım ve ormancılık diğer zenginlik kaynakları. Olli Rehn 31 Mart 1962'de Rusya sınırına sadece 100 kilometre mesafedeki kasaba irisi bu kentte dünyaya geldi. 2 yıl önce ABD'nin saygın üniversitelerinden Berkeley'de verdiği bir konferansınde çocukluğunu şöyle anlattı: "Babam yetim büyümüştü. Çok küçük yaşta hayata atılmak zorunda kaldı. Oto yedek parçaları alıp-satıyordu. Daha sonra buna ikinci el araba ticaretini de ekledi. Ben hayatta girişimcilik ruhunun önemini babamdan öğrendim. Annem ise sülalenin üniversiteye giden ilk üyesiydi ve İngilizce öğretmeni olmuştu. Onun sayesinde çok genç yaşlarımda evde The Economist ve Newsweek dergileriyle tanıştım." Hayat bilgilerini babasından, kültürel birikimini de annesinden alan Olli Rehn, çok sıkı bir eğitim gördü, birkaç üniversite bitirdi: Önce 1982-83'te ABD'de Minnesota eyaletinin Saint- Paul kentindeki Macalester College'de ekonomi, uluslararası ilişkiler ve gazetecilik eğitimi aldı. 1989'da Helsinki Üniversitesi'nde siyaset bilimi okudu. 1996'da da Oxford Üniversitesi'nde uluslararası ekonomik politikanın felsefesi dalında doktora yaptı. Doktora tezinin konusu: Avrupa'nın küçük ülkelerinde korporatizm ve sınai rekabet gücü. Siyasetle ilgisi de genç yaşlarda başladı. 1987-89 arasında Merkez Parti'nin gençlik kolları başkanlığını yaptı, 1988-1994 arasında da genel başkan yardımcılığını. Ayrıca 1998-1994 döneminde Helsinki Belediye Meclisi'ne seçildi, 1995-1996 yıllarında ise Avrupa Parlamentosu'na. Hatta Parlamento'nun liberal grubunun başkan yardımcılığını bile üstlendi o genç yaşında. (Ayrıca gazetecilik yaptı, bir ara Finlandiya Futbol Federasyonu başkanlığını yürüttü.) Atamayla geldiği görevler de göz kamaştırıcı: 1991-1995 arası Avrupa Konseyi'nde Finlandiya heyeti başkanlığı, 1992-1993'te Başbakan Esko Aho'nun özel danışmanlığı, 1998-2002'de Avrupa Komisyonu'nda Finlandiyalı komiser Erki Liikanen'in yardımcılığı, 2003- 2004'te Başbakan Matti Vanhanen'in ekonomi politikaları danışmanlığı. Ve geçen yıl beklenmedik bir gelişmeyle Olli Rehn'in AB'de kuyruklu yıldız hızıyla yükselişi başlayıverdi: AB Komisyonu'nda girişim ve bilgi toplumundan sorumlu üye olarak görev yapmakta olan Liikanen, temmuz ayında Finlandiya Merkez Bankası başkanlığına getirildi. İtalyan Romano Prodi başkanlığındaki Komisyon'un görev süresi birkaç ay sonra dolacaktı. O nedenle Finlandiya yeni atama yapmadı, Rehn'in vekaleten götürmesine karar verdi. Prodi'den sonra Portekizli Jose Manuel Durao Barroso yeni AB Komisyonu'nun başkanlığına getirildi. Finlandiya'ya "Kimi vereceksin" diye sordu. Yanıt: "Olli Rehn'i asaleten komiser atadık."
EL YAKAN DOSYA
Ve sürpriz! Barroso, bu Finli genç siyasetçi- bürokratı Komisyon'un kilit görevlerinden birine getirdi: Genişlemeden sorumlu komiser. Böylece Bulgaristan ve Romanya ile son aşamaya gelmiş katılım müzakerelerini o sonuçlandıracaktı. Yeni üye adayları Hırvatistan ve Türkiye'yle müzakereleri açmak ve yürütmek onun omuzlarına yüklenmişti. Ayrıca Batı Balkan ülkelerinin (Sırbistan-Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, hatta Bosna- Hersek) AB üyeliği ufuklarını açmak da ona düşecekti. Ama hiç kuşkusuz onca görevin en önemlisi, Türkiye dosyası olacaktı. Aradan geçen bir yılda Olli Rehn o el yakan dosyada ciddi bir hata yapmadı. Tam tersine, Viyana'dan Paris'e, Kopenhag'tan Lefkoşa'ya (Yeşil Hat'tın güneyi), Atina'dan Budapeşte'ye kadar birçok başkentin Türkiye'ye hazırladığı tuzakları sessiz-sedasız bozmayı başardığını söyleyebiliriz. Hayır, sadece Türkiye aşkından değil. Ondan da önce siyasal ahlak anlayışından. Diplomasideki "ahde vefa" ilkesine içtenlikle inanmasından. Avrupa'nın verdiği sözün arkasında durmasını bir ahlak sınavı görmesinden.
ATEŞ ÇEMBERİ
Ama sakın ha, Rehn'in tüm kapıları açacak bir maymuncuk olacağı hayaline kapılmayın. Tam tersine. Türkiye'nin AB üyeliğini hak etmek için yığınla ateş çemberinden geçmesi gerektiğine inanıyor. Hatta bu çemberlerden bazıları onun eseri. Örneğin, müzakerelerin açılması için Türkiye'nin önüne diğer adaylardan daha sert, daha katı koşullar konulması fikrini o geliştirdi. Türkiye'nin o koşulların gereğini tam yerine getirmemesi durumunda müzakerelerin süresiz askıya alınması önerisi de ondan geldi. Gerekçesi: "Türkiye'nin şaka yapmadığımızı, bu seçeneği her zaman kullanabileceğimizi en başta anlamasını istiyoruz." Hatta Türkiye'ye müzakere kapılarını açan Verhaugen'in 6 Ekim 2004 tarihli tavsiye raporundaki "Türkiye her şeyi yerine getirse bile, AB'nin kapasitesi bu büyük ülkeyi sindirmeye hazır değilse, üyelik gerçekleşmez" cümlesinin ardında da Olli Rehn'in olduğu söyleniyor. Evli (eşinin adı Merja) ve bir çocuk babası (kızının adı Silva) Rehn, herhalde müzakere sürecinde bize bir Fin atasözünü sık sık hatırlatacak: "Aşk bir çiçek bahçesidir, evlilik ise bir ısırgan otu tarlası..."
***
Olli Rehn başta Türkiye'nin üyeliğine kuşkuyla yaklaştı Erdoğan Hükümeti'ne de. Ancak reformlar ilerledikçe görüş değiştirmeye başladı. Bununla birlikte onun telkinleriyle Türkiye'ye karşı koşulların sertleştirildi
Şimdiye kadar AB'ye üyelik için Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirmek yeterliydi. Ama artık yeni kriterler var. Örneğin, "AB'nin sindirme kapasitesi" gibi. Bilin bakalım kim icat etti bu kriteri? Yanıt: Olli Rehn!
"Politikaya tek amaçla girdim; dünyayı daha yaşanabilir kılmak! İlk siyasal eylemim 20 yıl kadar önce Afrika Ulusal Kongresi ile dayanışma kampanyasına katılmam oldu. Nelson Mandela'nın cezaevinden serbest bırakıldığı an yaşadığım mutluluğu hiçbir dilde hiçbir sözcük anlatamaz" (Olli Rehn)