Doğu blokunun ve Sovyetler Birliği imparatorluğunun tabutuna ilk çivi 1975'in -İskandinavya için bile sıcak- bir yaz günü çakıldı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nda üç gün süren görüşmelerden sonra 1 Ağustos'ta Helsinki Nihai Senedi imzalandı. Avrupa'yı özgürlük kıtasına dönüştürme sözü veriliyordu. Bu sözün uygulamasını denetlemek için de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (Hani şu sıralar Orta Asya cumhuriyetlerini "özgürleştirmek" için fazla mesai yapan AGİT) kuruluyordu. (Türkiye'yi Helsinki'de Başbakan Süleyman Demirel temsil etti. Tarihin alfabetik cilvesi: Sağında Soviets Union yazısının arkasında Sovyetler Birliği'ne altın çağını yaşatan Leonid Brejnev oturuyordu, solunda ise United States yazısının ardında ABD Başkanı Gerald Ford. O zirveye katılanlardan hayatta yalnızca Demirel kaldı. Tanrı uzun ömür versin.) Doğu blokunun ve Sovyetler Birliği'nin tabutuna son çivi ise 1985 ilkbaharında Cenevre'de mıhlandı. 31 Mayıs'ta ABD Başkanı Ronald Reagan ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin - son- Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçov'un İsviçre'nin nice tarihi olaya ev sahipliği yapmış bu kentinde bir araya geldikleri zirvede. Gorbaçov'un o zirvenin 20'nci yıldönümü nedeniyle Cenevre Üniversitesi'nde vereceği konferans için İsviçre'ye hareket ettiği saatlerde Berlin'de Hıristiyan Demokrat Parti ve onun Bavyera'daki kardeşi Hıristiyan Sosyal Birlik'in yöneticileri -çok büyük olasılıkla- önümüzdeki 18 Eylül'de yapılacak erken genel seçimdeki başbakan adayını belirlemek için toplandılar. Çok kısa sürdü toplantı. Çünkü ittifakın 2002 seçimlerinde başbakan adayı olan ve halen Bavyera Başbakanlığı görevini yürüten Edmund Stoiber, herkes yerini alır almaz elini kaldırdı: "Bir önerim var" dedi, "Hiç tartışmadan ve oylamaya bile gerek bırakmadan dışarıya çıkıp kapıya yığılmış medya mensuplarına Angela Merkel'in başbakan adayımız olduğunu açıklayalım..." Alkışlarla karşılandı. Alman TV'leri kararı "flaş haber" olarak duyurdular: "Hıristiyan-Demokratlar bir Ossi'de karar kıldı." Ossi? Doğu Alman kökenliler için kullanılan sıfat. Batılılar'a ise "Wessi" deniyor. (Medyanın Merkel üstüne makale, yorum, tartışma ve açık oturumlarla dolup taştığı saatlerde Cenevre Üniversitesi'nde Gorbaçov, 20 yıl öncesinin o tarihi zirvesinin perde arkasını anlatmaya başladı: "Bana ABD Başkanı ile ilgili ilk izlenimimi sorduklarında 'Tam bir dinazora benziyor' yanıtını verdim. Aynı soruyu Reagan'a da yöneltmişler. O da benim için 'Katı ve katıksız bir komünist' demiş. Öylesine derin bir uçurum vardı aramızda. Ama tarihin akışını değiştirecek bir anlaşmaya varmayı başardık.")
REAGAN'IN ÇAĞRISI
O zirveyi bir sonrası izledi, onu da bir başkası. Reagan arada Berlin'e gidip Duvar'ın önünde Gorbaçov'a çağrı yaptı: "Gel şu utancı elbirliğiyle ortadan kaldıralım." Ve 1989 sonbaharında, haydi tam tarih verelim, 4 Kasım'da, Doğu Berlin'de bir milyonu aşkın kişi "Özgürlük ve demokrasi istiyoruz" sloganıyla meydanları doldurdu. Paniğe kapılan komünist hükümet istifa etti. Ardından 9 Kasım'da Batı'ya geçmek isteyen on binlerce Doğu Alman sınıra yığıldı. Çaresiz tüm kapılar açıldı. Aynı günün gecesi kazmayı kapan özgürlük şarkıları eşliğinde Berlin Duvarı'na tırmandı ve parçalamaya başladı. İki taraftan da. Bu aynı zamanda dünyanın TV'lerden canlı olarak izlediği ilk "Tarihin yazıldığı ve yaşandığı an" olacaktı. (İkincisi, eli kulağındaki Körfez Savaşı...) Doğu Berlin'de hükümetin düştüğü 4 Kasım günü kısa saçlı, tıknazca, 40'lı yaşların başına gelmiş bir kadın, yeni yönetime girmek için yoğun kulis yürütüyordu. O, Angela Merkel'di. 17 Temmuz 1954'te Batı'da, sokaklarını soğuk kuzey rüzgarlarının mesken tuttuğu Hamburg'ta dünyaya gelmişti. Babası Protestan rahipti. Ama, nasıl denir, "pembe"nin koyu tonlarını taşıyan bir dinadamı. (Günümüzde Orta ve Latin Amerika'da, hatta Afrika'da bolca rastlananlardan.) Doğu Almanya'daki "Evanjelist" Protestan Kilisesi de o dönemde, biraz da rejimin etkisiyle olsa gerek, Marksist-Hıristiyan çizgiye kaymıştı. Angela henüz birkaç aylıkken ailece Doğu'ya geçtiler. Babasının isteğiyle. Gönüllü olarak. Berlin'e 100 kilometre uzaklıktaki Templiun kasabasında büyüdü. Sadece Doğu Almanya'da değil, tüm Almanya tarihinde çok saygın yeri olan Leipzig Üniversitesi'nde okudu ve 1986'da fizik doktoru diplomasını cebine koydu. 1989'a kadar Doğu Berlin Bilimler Akademisi'nde öğretim üyesi olarak görev yapacaktı. Ve de sosyalist devletin kadrolu aydınları arasında yer alacaktı. Doğu Berlinliler'in Duvar'a tırmandıkları günlerde, özgürlük mücadelesine katılmaya karar verdi ve mantar gibi biten demokratik oluşumlardan birinde, "Demokratischer Aufbrunc" hareketinde siyasete başladı. Onu bir partinin kurucularına katılması izledi. Partinin adı "Neuer Aufbruch"di, yani "Yeniden Doğuş". Kendilerine "Neo-sosyalist" diyorlardı. Merkel hala soldaydı ve de partinin basın sözcüsüydü.
DUVAR'IN YIKILMA GÜNÜ
(Amerikalı düşünür Noam Chomski'nin "Dünya jeopolitiğinin değiştiği günler" dediği 1989 Kasım'ı ve onu izleyen günlere kısaca geri dönelim. Yüz binlerce Alman'ın sözlerini büyük ozan Hoffman von Fallersleben'in yazdığı, müziği Joseph von Haydn'ın bestesinden alınmış "Almanlar'ın şarkısı" eşliğinde kazmaları indirdikleri Duvar'ın yıkımına "yılbaşı armağanı" olarak 2 Ocak 1990'da karar verildi. 14 Ocak'ta da hafriyat ekipleri işe koyuldu. İşlerini kısa sürede tamamladılar. 1961'de inşa edilen Berlin Duvarı 160 kilometre uzunluğundaydı. Bugün geriye sadece Wedding mahallesi sınırındaki Ackerstrasse ile Bernauer Strasse'nin kesiştiği köşede 70 metrelik bölüm kaldı. Anıt olarak. Ah, unutuyorduk; son dönemde yapılan anketlerde Doğu Almanlar'ın yüzde 40'ının, Batı'dakilerin de en az yüzde 25'inin "Keşke Berlin Duvarı da Doğu Almanya da kalsaydı" görüşünde oldukları anlaşılınca, bir bölümü yeniden inşa edildi. Eski Batı Berlin'in Amerikan bölgesinden Doğu'ya geçiş noktası olan Checkpoint Charlie'nin bulunduğu yerde, 182 metrelik bir "sanat" eseri.) 18 Mart 1990'da Doğu Almanya'nın ilk demokratik ama aynı zamanda tarihinin son genel seçiminde Merkel'in partisi sandığa gömüldü. Oyların yüzde 0.9'unu alabildi. (Berlin Duvarı'na ilk kazmanın vurulmasıyla başlayan demokratik ortamda mantar gibi biten partilerden 24'ü katıldı seçime. 12'si parlamentoya temsilci sokmayı başardı. Birinciliği Almanya İttifakı aldı, 576 sandalyenin 193'ünü kazandı. Onu 163 üyeyle Hıristiyan Demokrat Parti izledi. İddiaya göre, tüm partilerden en az 40 milletvekili STASI'nin, yani Doğu Alman gizli servisinin adamıydı.) Hıristiyan Demokratlar'ın lideri Lothar de Maiziere'in başkanlığında 12 Nisan'da koalisyon hükümeti kuruldu. (Maiziere hukukçuydu ama önce bir müzisyendi. Keman üstadıydı, Berlin Senfoni Orkestrası'nda çalmıştı. Doğu'nun tarihe karışmasından sonra eşi Christine de Maiziere ile birlikte yazdıkları "Demokratik Almanya Cumhuriyeti İçin Cenaze Duası" adlı belgesel kitabı epey ilgi uyandıracaktı.) Maiziere çoğulculuk adına her hareketten temsilcileri devşirdiği hükümetinde Merkel'e de görev verdi: Kabine sözcü yardımcılığı. Merkel işini çok sevdi. Çünkü her gün tarihin yeni sayfalarının yazıldığı o dönemde "Medyatik" olmuştu. Birleşmeyi beklemeden sahneden çekilen komünist rejimin önde gelenlerinin dosyaları raflardan indirilmişti. Bir zamanlar astığı astık kestiği kestik olan Başkan Erich Honecker hakkında, ihanetten yolsuzluğa ve görevi kötü kullanmaktan Duvar'ı geçerken vurulan 49 kişinin ölümünden sorumluluğa kadar yığınla dava açılmıştı. O da çareyi Doğu Berlin'deki Sovyet hastanesine yatmakta bulmuştu. Böbrek kanseriydi. Ertesi yıl gizlice Sovyetler Birliği'ne nakledilecek, oradaki rejimi de Boris Yeltsin yıkınca Moskova'daki Şili büyükelçiliğine sığınacak, ancak Almanya'ya gönderilip Berlin'de cezaevine konacak, daha sonra sağlık nedenleriyle yargılanamayacağı kararı verilmesi üstüne Şili'ye gidecek ve 29 Mayıs 1994'te o uzak diyarlarda hayata veda edecekti.) Umarım, aklınızı karıştırmadım. Yine geriye dönüyoruz. 2 Temmuz 1990'da iki Alman hükümeti arasında para birliği, ekonomi ve sosyal güvenlik sistemlerinin birleştirilmesi anlaşması imzalandı. Üç ay sonra, 3 Ekim'de de iki Almanya resmen tek devlet oldu. Tüm Batı Alman politikacıların 50 yıldır hayallerini süsleyen bu mucizenin mimarı Helmut Kohl'du.
REVİZYON KARARI
Komünizm artık Duvar'ın altında kaldığına göre Merkel "revizyon"a gidebilirdi. Doğu'nun 23 Ağustos 1990'da Batı'ya iltihak kararı almasından sadece iki ay önce Hıristiyan-Demokrat olduğunu ilan etti ve Maziere'in partisine katıldı. Trene tam zamanında binmeyi bilmişti. (Not: Birleşmeden sonra Lothar de Maziere'in Hıristiyan Demokratlar'ı da doğal olarak Kohl'un Hıristiyan Demokratlar'ına katıldı. Ancak Maziere siyaseti bıraktı.) Parantezler bitmiyor. (Müteveffa Doğu Almanya ile ilgili, son nefesini verdiği sıradaki verilere dayalı birkaç bilgi daha: Kişi başına yıllık gelir 12 bin dolardı. İşsizlik sıfırdı. İşgücü açığını kapatmak için Vietnam'dan, Küba'dan işçi getirtiliyordu. Hiç kimsenin gelecek kaygısı yoktu. Annelere doğum ve sonrası için 2 yıl tam ücretli izin veriliyordu. Ayrıca nüfus artışını teşvik için her doğumda annenin de babanın da maaşı artırılıyordu. Kiradan elektriğe, sudan telefona ve ulaşıma kadar her türlü hizmetin toplam bedeli aile bütçesinin asla yüzde 10'unu aşmıyordu. Üniversiteleri dünyanın en kalitelileri arasında gösteriliyordu.) Neyse... Doğu Almanya tarihe karışıp Federal Almanya parlamentosunun (Bundestag) yenilenmesi zorunluluğu doğunca Angela Merkel de aday oldu. Tabii Hıristiyan Demokratlar'dan ve Doğu eyaletlerinin birinden. Ve ilk seçim yenilgisini Doğu Almanya ile birlikte tarihe gömen bir başarı kazandı: Rakibinin üç katı oy topladı. Zaferi Başbakan Helmut Kohl'un da dikkatini çekti, "Kim bu Madchen?" diye sordu. (Almanca bilenler kızmasın; m'den sonraki a'nın üstüne iki nokta konulacağını biz de biliyoruz ama bilgisayarımızda yok) Yani, "Kim bu kız?" Danışmanları anlattılar. Gözü tuttu. Kurduğu hükümette kadın ve gençlikten sorumlu Devlet Bakanı yaptı. Ardından da Çevre Bakanı. O görevdeyken nükleer santrallerin bir numaralı avukatı olmasıyla ilk siyasal depremini yaşadı. (İkincisi Kohl'un siyaseti bırakmasına yol açacak Hıristiyan Demokrat Parti'nin yasadışı bağış soruşturması olacaktı. Merkel, manevi babası Kohl'u ilk terkeden olacaktı. "Genç kız" epey pişmişti siyasette...) Gerisi malum; o skandal sonrası Hıristiyan Demokratlar'ın muhalefetteki uzun sürgün yılları. Merkel'in partisine seçimi kazandırmak için yabancı (siz "Türk" diye okuyun) karşıtı söylemleri, Almanlar'ın yurtseverlik (Hitler'i çağrıştırmamak için "milliyetçi" sözcüğünden kaçındı) duygularını kamçılayan söylevleri... Ve işte önümüzdeki sonbaharda hayatının sınavını verecek. Şimdi soru şu: Daha birkaç ay önce bir ankette Merkel'i dünyanın en çirkin üçüncü ünlü kadını seçen (ilk iki sırayı Prens Charles'ın epey "gün görmüş" eşi Camilla ile Alman şov yıldızı Desiree Nick aldı) Almanlar'ın elleri şimdi ona oy vermeye gidecek mi? Zira, elleri giderse başlarına gelecekleri azçok kestiriyorlar. Merkel açıkça, sözünü esirgemeden Almanya'nın Margaret Thatcher'ı olacağını söylüyor. Ayrıntı farkıyla; "Demir" değil, "Çelik lady" olacak. Ve iddiaya göre, kendisini Almanya'nın simgesi kartalla özdeşleştiriyor. Ama bir Alman atasözü, "Kartalla uçmaktansa baykuşla oturmayı yeğleyin" der. Almanlar atasözüne mi kulak verecek dersiniz,yoksa Merkel'e mi?