Siz bu satırları okuduğunuz saatlerde, Yunan ordusu İzmir'e çıkıyordu. 86 yıl önce. Yine siz bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, Mustafa Kemal, işgal altındaki İstanbul'da Sultan Vahdettin'e ertesi gün yapacağı veda ziyaretine hazırlanıyordu. Yine 86 yıl önce. Ziyaretin hemen ardından Bandırma vapuruyla Samsun'a yola çıkacaktı. Hasan İzzettin Dinamo'nun müthiş bir tanımlamayla "Kutsal İsyan" dediği, bağımsızlık ateşinin yakıldığı o günlerin anısına, portremizi kader yolculuğunda Mustafa Kemal'e eşlik edenlerden seçtik. İsa'nın son yemeğine katılan 12 havariden Judas rolünün tam eşiğinden dönmüş birini... Daha sonra bağışlayıcı Atatürk'ün çevresinde ilk 10'a girmeyi başarmış bir Cumhuriyet yöneticisini... Kazım Dirik'i...
16 Mayıs 1919 Cuma gecesi. 1878 yapımı, yani 41 yaşında, iki kez batırılıp yeniden yüzdürülmüş, makineleri eski, hatta paslı, pusulası bozuk Bandırma vapuru İnebolu'yu geçip dalgalı ufuklara yönelirken, güverteden bir Rumeli türküsünün ezgileri yayıldı. Tiz, utangaç, üstelik sigaranın neden olduğu hırıltılı bir sesti bu: "Manastır'ın ortasında var bir havuz..." Türküyü bitirince birkaç adım gerisindeki gölgeye, Kurmay Başkanı Manastırlı Kazım Bey'e seslendi. Başını çevirmeden. - Özledin mi memleketi? - Evet komutanım. Ama hemşerilerim sayesinde o hasreti bir nebze giderebiliyorum. - Ben de öyle, ben de... Sonra yutkunup sustu. Başını küpeşteye yasladı, son birkaç gün bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Her şey 1919 baharının güneşin insanın içini ısıtmaya başladığı günlerinde Samsun'daki İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığından İstanbul'daki karargaha bir telgrafın gönderilmesiyle başlamıştı. Deniyordu ki, "Bölgedeki Rumlar, Pontus devletini diriltme sevdasına kapıldılar..." Ve de Türkler'in bu girişime direnmek için harekete geçebilecekleri, oluk oluk kan gövdeyi akabileceği, Rum köylerinin korunması için ivedi önlem alınması gerektiği anlatılıyordu. İstanbul'daki işgal kuvvetleri temsilcilerinden oluşan Yüksek Mütareke Komisyonu bu mesajı Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya iletti ve "Önlem almazsanız, biz gereğini yapacağız" ültimatomunu dayadı.
Kazım Dirik'in çok ilginç yönleri vardı. Valilik yaptığı İzmir'de ve Trakya genel müfettişliği sırasında da Edirne'de "Asar-ı Atika Muhipleri Cemiyeti'' kurdu. Yani eski eserleri sevenler derneği. Böylece birçok eski yapının korunmasını sağladı
Ferit Paşa panikledi, Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey'i çağırdı. Nazır tek çarenin bölgeye genç, sevilen ve otoriter bir komutan göndermek olduğunu söyledi. Üç gün önce Ali Fuat'ın (Cebesoy) aracılığıyla görüştüğü ve "Anadolu'ya geçmek istiediğini" söyleyen Çanakkale fatihi Mustafa Kemal'i tarif ediyordu. Görev kararnamesinin hazırlanması sırasında Mehmet Ali Bey'den Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'ya (Çakmak), sonra onun yerini alan Cevat Paşa'dan (Çobanlı) Damat Ferit'e uzanan pazarlık zincirinin son halkası Sultan Vahdettin olmuştu. Padişah'ın huzuruna çıkmasından bir gün önce İzmir'in işgali haberi gelmişti. Yunan ordusu 20 bini aşkın kuvvetle karaya çıkmış ve Lord Kinross'un "Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu" adlı nefis kitabında aktardığı, dönemin İngiltere Bahriye Nazırı Churchill'in sevincini güçlükle bastırabildiği cümlesiyle "Küçük Asya'yı istila ve fetih yolunda, bayrağını dalgalandıra dalgalandıra demiryolu boyunca Ege içlerine ilerlemeye başlamıştı." Osmanlı'nın elinde kalan son birkaç karış toprağın yasa gömüldüğü, Sultanahmet Meydanı'nda Halide Edip'in (Adıvar) öncülüğünde işgali tel'in mitingi hazırlıklarının yapıldığı saatlerde Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti'nde Samsun yolculuğunda kendisine eşlik edeceklerin listesine son biçimini veriyordu: Kurmay Albay Refet (Bele) Bey; Kurmay Başkanı Albay Kazım (Dirik), Müfettişlik Sağlık Daire Başkanı Doktor Albay İbrahim Tali (Öngören), Kurmay Başkan Yardımcısı Yarbay Arif (Ayıcı), Müfettişlik Karargahı İstihbarat Müdürü Binbaşı Hüsrev (Gerede), Topçu Binbaşı Kemal (Doğan), Doktor Binbaşı Refik (Saydam), Başyaver Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer), Yüzbaşı Mümtaz (Tunay), Yüzbaşı İsmail Hakkı (Ede), Yüzbaşı Ali Şevket (Öndersav), Yüzbaşı Mustafa Vasfi (Süsoy), Üsteğmen Hayati, Üsteğmen Arif Hikmet (Gerçekçi), Üsteğmen Abdullah, Teğmen Muzaffer (Kılıç), şifre katibi Faik (Aybars), şifre katibi yardımcısı Memduh (Atasever).
İSMET PAŞA PARİS'İ TERCİH ETTİ
Tabii listeye almak istediği başka isimler de vardı. Ama çeşitli gerekçelerle atlatmışlardı. Örneğin Anadolu'da emrinde olacak iki kolordudan birini o günlerde Harbiye Nezareti'nde görev yapmakta olan İsmet Bey'e (İnönü) önermişti. Aldığı yanıt onu biraz üzmüştü: İsmet Bey "Anadolu'ya geçmeyi kendi açımdan erken görüyorum" demeye getiriyordu. Mustafa Kemal'in girişiminin ne sonuç vereceğini kestiremiyordu. Oysa İstanbul'da rahat, güvenli ve risksiz bir görevi vardı. "Hem sonra" diyordu, "Saray'da tanıdıklarım var. İstanbul'da kalıp gelişmelere göz kulak olarak ve onları size ileterek daha yararlı olabilirim." Bir beklentisi daha vardı: Paris'teki Barış Konferansı'na, hani şu Osmanlı'nın boğazına celladın ilmiğini geçirecek olan Sevr Antlaşması'nın imzalanacağı konferansa gidecek heyette yer almayı umuyordu. "Paris'e gidersem daha yararlı katkıda bulunabilirim. Şartları iyileştirmeye çalışırım. Ayrıca diplomatik oyunların hiç olmazsa bir bölümünü öğrenebilirim. Paris dönüşü de size katılırım..." Mustafa Kemal'in teklifine karşı öneriyle yanıt verenlerden biri de Mondros Mütarekesi'nde imzası bulunan Amiral Rauf Bey'di: "Samsun'a gitmektense, sivil kıyafetle Batı Anadolu'ya geçeyim, İzmir ve çevresinde bilgi toplayayım, direnişi toparlamaya çalışayım. Daha sonra Ali Fuat'ın (Cebesoy) Ankara'daki karargahına geçerim. Oradan da size ulaşırım." İstanbul'da son bir işi kalmıştı Mustafa Kemal'in. İzmir'in işgalini haber alınca amcazadesi Abdülmecit Efendi'nin koluna yaslanarak "Bak, kadınlar gibi ağlıyorum" diyen Vahdettin'le vedalaşmak. Yola çıkmasına birkaç saat kala Yıldız Sarayı'na gitti. Vahdettin hemen kabul etti. "Paşam" dedi, "şimdiye kadar devlete büyük hizmetlerde bulundunuz. Artık onlar tarihe karıştı. Hepsini unutun. Şimdi yapacağınız hizmet hepsinden önemli. İsterseniz ülkeyi kurtarabilirsiniz" Mustafa Kemal saraydan ayrılırken Vahdettin'in "Anadolu'dan direnişi başlat" değil, tam tersine "Anadolu'da uslu durursan, işgal kuvvetlerini yumuşatıp, vatanın hiç değilse bir bölümünü kurtarabiliriz" mesajı vermek istediği sonucuna vardı. Zaten Samsun'a ayak basmasından sonraki gelişmeler de bu değerlendirmesini doğrulayacaktı. Haberi yoktu ama İngilizler çok geçmeden "uyanmışlar", Rauf Bey'in rıhtıma kadar gelerek uğurladığı Bandırma gemisinin Boğaz'dan Karadeniz'e henüz açıldığı saatlerde, geceyarısına doğru İşgal Kuvvetleri Yüksek Komisyonu'nda ataşemiliter olarak görev yapan Wyndham Deedes telaşla Babıali'ye Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya koşmuştu. Ancak Ferit Paşa sakin bir şekilde koltuğuna yaslanmış, iki parmağını şaklatarak, "Çok geç kaldınız ekselans. Kuş uçtu" yanıtını vermişti. İngilizler peşine düşmemişlerdi ama peşini de bırakmamışlardı. Samsun'a çıkmasından sadece iki gün sonra Harbiye Nezareti'nden "İstanbul'a dön" emri geldi. Sonra yol boyunca her durakta bu çağrıyı tekrarlayan bir telgraf uzatıldı kendisine. Havza, Amasya, Tokat, Sivas, Erzurum... Artık iş "dön" çağrısının ötesine geçmiş, tutuklanması, derdest edilerek İstanbul'a gönderilmesi emrine dönüşmüştü. Erzurum'da telgraf makinesi başında Padişah'ın baş mabeyincisiyle saatlerce tartıştı. Mabeyinci yalvarıyordu: "Ne olur İstanbul'a dönün. Gelmek istemiyorsanız, izinli olarak Anadolu'da kalın ama görevi bırakın..." Bunun bir adım sonrasının azil olacağı anlaşılmıştı. Ege gezisi sonrası kendisine katılan Rauf Bey, Refet Bele ve Kazım Karabekir Paşa, bunu önlemek için istifa etmesini öneriyorlardı. Hatta sadece görevinden değil, ordudan da ayrılmalıydı. Mustafa Kemal tereddüt ediyordu. Aslında kendine güveni sarsılmıştı ve hızla bir ruhsal çöküntüye sürükleniyordu. Çünkü üniformadan ayrılırsa, halkın kendisini desteklemekten vazgeçeceği korkusuna kapılmıştı.
Kazım Paşa üstlendiği kamu görevine en küçük bir gölge düşürmemek için inanılmaz ince düşünceye sahipti. Örneğin kızı Şükran, tiyatro sanatçısı Muammer Karaca'ya kaçınca, valilikten istifaya kalktı. Atatürk zar zor vazgeçirebildi
Ama sonunda istemeye istemeye arkadaşlarının telkinine uydu, Harbiye Nezareti ile Padişah'a hem görevinden hem de ordudan ayrıldığını bildirdi. Ertesi gün morali son derece bozuk halde Kurmay Başkanı Albay Kazım Bey'le oturmuş, istifa telgraflarına gelen cevapları gözden geçiriyorlardı. Son telgrafı da okudu Mustafa Kemal, sesindeki titremeyi güçlükle bastırmaya çalışarak bir kahve istedi. Ve o sırada Albay Kazım ayağa kalktı: - Paşam bir istirhamım var. - Söyle. - Ordudan istifa ettiğinize göre artık yanınızda kalamam. Kazım Paşa'ya gidip bana başka bir askeri görev vermesini rica edeceğim. Oysa daha birgün önce "Sonuna kadar sizinleyim" güvencesi vermişti. Mustafa Kemal'in yüzü bembeyaz olurken, ekledi: Bu evrakı kime devretmemi istersiniz?" Öylesine sarsıldı ki, bir an ne söyleyeceğini bilemedi, kekeledi: "Yaa... Öyle mi efendim? Peki efendim... Evrakı Hüsrev Bey'e devredebilirsiniz... Buyurun gidebilirsiniz... Kazım Bey, sert adımlarla odadan çıktı. Tarihçiler "kabadayı gibi", "afili", "çalımlı" sıfatlarını sıralıyorlar odadan çıkışını kağıda dökerken. Ve sonrasını Rauf Bey anılarında şöyle anlatıyor: "Mustafa Kemal'i 1909'dan beri tanırım. Nice mihnetli anlarına şahit olmuşumdur. Ama o gün, orada, Kurmay Başkanı'nın evrakını toplayıp karşısına dikildiği ve o sözleri söylediği andaki ruh düşkünlüğünü hiçbir zaman görmedim."
EMRİNİZDEYİM PAŞAM
Ona hayatının en koyu karamsarlığını yaşatan Kazım Bey'in şokunun sarsıntısını atlatmadan telaşla yaveri Cevat Abbas girdi odaya: "Kumandan Paşa geliyorlar. Arkalarında bir bölük süvari var." Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti'nin kendisinden boşalan yeri Kazım Paşa'ya teklif ettiğini biliyor, bunu kabul etmesinden ve onu tutuklamayagelmiş olmasından çekiniyordu. Sararmıştı. Sinirlerinin son halkaları da pes etmek üzereydi. Yerinden kalktı, odanın ortasına ilerledi. Ayaktaydı. Gözlerini kapıya dikti. Beynini soru işaretleri kemiriyordu.
Bülent Ecevit'in her iktidara gelişinde uygulamaya çalıştığı "Köykent'' projesinin sahibi aslında Kazım Dirik'ti. Onun hazırladığı "İdeal Cumhuriyet Köyü'' projesinde okul, cami, köy konağı, sağlık ocağı, otel-han, çocuk bahçesi ve fabrika dahil 43 yapı bulunuyordu
Kazım Paşa kapıda göründü. Arkasında subaylar dizilmişti. Yüz hatlarından bir şey anlamak mümkün değildi. Bina önünde de süvari bölüğü saf tutmuştu. Karabekir ilerledi, yaklaştı, durdu. Hazırola geçti, selam verdi ve "Emrinizdeyim Paşam" dedi, "Ben, subaylarım, erlerim, kolordum, hepimiz emrinizdeyiz." Biraz durup tamamladı: "Size makam arabanızı ve süvari muhafız kıtanızı getirdim." Mustafa Kemal heyecandan sendeledi. Bir kabustan uyanmış gibi gözlerini ovuşturdu. Kazım Paşa'yı kucaklayıp iki yanağından öptü. Karabekir sadece makam aracını ve süvari muhafız kıtasını getirmemişti; az önce pervasızca çekip giden Kurmay Başkanı Albay Kazım Bey'i de yeniden emrine vermişti. Mustafa Kemal acı bir tebessümle baktı onun yüzüne. Gel zaman, git zaman... Kazım Bey güven tazelemeyi başardı. Gürcistan temsilciliğine atandı. Generalliğe yükseltildi. Bitlis valisi oldu. Ardından da 1936'da Atatürk ona en sevdiği kenti, İzmir'i emanet etti. Birkaç ay sonra 14 Haziran'da özel kalemi odasına girip Adının Şevki olduğunu söyleyen biri sizinle görüşmek istiyor efendim" dedi, "Denizciymiş. Çok önemli bir bilgi vereceğini söylüyor." Kazım Bey "yolla gitsin" demeye hazırlanırken, özel kalem, "Adam çok heyecanlı. Hatta bir şeylerden korktuğu belli. Mutlaka sizinle görüşmesi lazımmış" deyince fikir değiştirdi, "getir" işareti yaptı. Motorcu Şevki içeri girdi. Titriyordu. "Vali Paşam" diye kekeledi, "Mustafa Kemal Paşa'yı öldürmeye hazırlanıyorlar. Sonra benim motorumla Sakız'a kaçacaklar. Vicdanım elvermedi..." Sonra her şeyi anlattı: Eski İttihatçılar, İzmir gezisini fırsat bilip Mustafa Kemal'e Kemeraltı girişindeki Gaffarzade Oteli yakınlarında pusu kuracaklar, bomba ve kurşun yağdıracaklardı. Kazım Bey hemen o sırada Balıkesir'den İzmir'e hareket etmeye hazırlanan Mustafa Kemal'e durumu bildirdi. Hükümet olaya el koydu. Suikastçiler tek tek toplandı. Planlayanlar da. Destekleyenler de. Destekledikleri öne sürülenler de. 7 yıl önce Mustafa Kemal'i en zor anında terk eden Kazım Dirik şimdi hayatını kurtarıyordu. 7 yıl önce onu Mustafa Kemal'e geri gönderen komutan, Kazım Karabekir Paşa ise şimdi İzmir suikasti sanıkları arasında yer alıyordu. Ve "Üç Aliler Divanı" diye ünlenen, Ali Çetinkaya, Ali Kılıç ve Ali Zırh'tan kurulu İstiklal Mahkemesi'ne çıkarılıyordu. Milletvekili olduğu halde. Kader... Gerçi beraat etti Karabekir Paşa ama 1939'a kadar köşesine çekildi. Sonra itibarı iade edildi. 26 Ocak 1948'de hayata gözlerini yumduğunda Meclis Başkanı'ydı. Ya Kazım Dirik Paşa? O ise tam tersine Atatürk sonrası dönemin küskünü olarak 1941'de dünyadan ayrıldı. Şimdi gökkubbede suikastin ortaya çıkarılmasından 4 gün sonra, 18 Haziran'da Mustafa Kemal'in Anadolu Ajansı'na verdiği demeçteki o müthiş cümle yankılanıyor sadece: "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."