Geçen hafta bugün Fransa ile İngiltere arasındaki gerginlik devlet başkanlığı düzeyinde aşağılayıcı sözlerle bir kez daha kamuoyuna yansıdı. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, batı komşusunu midesinden vurarak, "Mutfağı bu kadar kötü olan bir halka güven duyulamaz. Finlandiya'dan sonra yemekleri en kötü olan ülke İngiltere,'' açıklamasını yaptı. Bu sözler, yanında bulunan Rusya Devlet Başkanı Putin ile Alman Başbakanı Schröder'i kahkahaya boğarken, Putin'in, "Peki hamburger için ne düşünüyorsun?" sorusunu da Chirac, hamburgerlerin İngiliz yemeklerinden kat kat daha lezzetli olduğunu söyleyerek yanıtladı. Her ne kadar hafta içinde Londra, 2012 Olimpiyat Oyunları'na evsahipliği yapma mücadelesinde, favori olarak görünen Paris'i saf dışı bırakarak kazansa da İngiliz mutfağına yönelik ağır saldırı İngiliz yemekseverlerinin fena halde midesine oturdu. Kuşkusuz Avrupa Birliği'nin canciğer iki saygın ülkesi Fransa ile İngiltere arasındaki bu gerginlik ilk değil. 28 Eylül 1066 tarihinde Normandiya Dükü Guillaume'un ordularıyla İngiltere'nin Sussex kıyılarına çıkmasıyla birlikte bin yıllık bir düşmanlığın da tohumları atılmış oldu. Tarihin kanlı savaşları arasında fazla zaman yitirmek istemiyorum. Ancak gastronomi mücadelesinde bazı küçük satır başlarına değinmeden de edemeyeceğim. Örneğin tek bir Avrupa ülkesi yaratmak gibi yüce bir uğraş çerçevesinde bile oldukça kırıcı mücadeleler yaşanmıştı. Nitekim İngilizler'in ünlü Cadbury çikolataları, yüzde 5 sınırını aşan oranda bitkisel yağlar içerdiği, kakao ve kakao yağı oranı istenen düzeyi bulmadığı gerekçesiyle 27 yıl süreyle Fransız şekercilerinin raflarına ulaşamamıştı. Nihayet Brüksel'deki yoğun müzakerelerin ardından çikolataların üzerine, "kakao yağına ilave olarak bitkisel yağlar içerir" ibaresinin yazılmasında taraflar anlaşınca, bu çok lezzetli çikolatalar Fransa topraklarına girebildi. Fransızların dillerini İngilizce'nin izlerinden temizlemek uğruna toplumda zaman zaman tebessüm uyandıran komik sözcükler üretmeleri, buna karşılık İngilizler'in 1969 yılında Fransız şarkıcı Serge Gainsbourg'un İngiliz sevgilisi Jane Birkin ile birlikte doldurdukları "Je t'aime... moi non plus" adlı şarkıyı müstehcen olduğu gerekçesiyle yasaklamaları iki ülke arasında süregelen gizli savaşın su yüzeyine çıkan örnekleri sayılabilir. Kuşkusuz Chirac'ın mutfak gibi hiç de siyasi olmayan bir alanda İngiltere'ye yönelttiği saldırıda, güvendiği bir yan var. Fransız mutfağı, dünyanın en zengin mutfağı olarak kabul edilirken, Avrupa'nın en zayıf ve renksiz mutfağının İngilizler'de olduğu söylenir. "İnsanın adı çıkacağına canı çıksın" sözü İngiliz yemekleri için de geçerli. Gerçekten İngiliz mutfağı böbrekli börek, "steak and kidney pie", galeta ununa bulanmış balık filetosu ve yanında patates kızartması, "fish and chips" ile Fransa'nın yüksek mutfağı ile rekabet edebilmesi mümkün değil. Belki de kendi mutfakları ile pek övünmediklerinden olsa gerek, İngilizler bu zaafı avantaja çevirmeyi başarmışlar. Yemeklerine kendilerinden başka herkesin burun bükmesi sonucu, dünyanın en iyi mutfaklarını kendi ülkelerinde toplamayı başarmışlar. Bir yandan, eskiden üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluk oluşu sayesinde tüm eski sömürgelerinin mutfakları burada temsil edilirken, kısa zamanda globalleşme akımını mutfağa en iyi uygulayan ülkelerden biri haline gelmiş durumda, İngiltere. Bugün Londra, New York'tan sonra dünyanın en iyi restoranlarının toplandığı bir yemek cenneti. Varsın ılık "Ale" birası buz gibi Pilsen meraklılarının tüylerini ürpertsin, Londra, dünyanın belli başlı içkilerinin görücüye çıktığı verimli bir pazar. Eğer İngiliz tüccarlar olmasa, başta Fransa'nın Bordeaux, Portekiz'in Porto şarapları olmak üzere birçok içki kendi ulusal sınırlarının ötesine geçemezdi.
İNGİLİZ KAHVALTILARI
İngilizlerin yemekleri pek ahım şahım olmasa da kahvaltısı için aynı şey söylenemez. Avrupa'da otellerin standart kahvaltı menüsü, "continental breakfast" denen, uğruna sabah yataktan kalkmaya bile değmeyen, reçel ya da bal, tereyağı, bir ya da iki çeşit ekmek, çay veya kahveden oluşan basmakalıp malzemelerden ibaretken, İngiliz kahvaltıları bir yemekseverin aklını başından alan, hiç değilse onun gözünü doyuran bir şölen büfesi olagelmişti. Ünlü yazar Somerset Maugham'ın "İngiltere'de iyi yemek yemenin en iyi yolu, günde üç kez kahvaltı etmektir" sözü, bu durumu gerçekçi biçimde ortaya koyuyor. İngilizler, kendi kahvaltılarının dışındaki zayıf kahvaltı düzenini "kıta kahvaltısı" olarak adlandırarak kıta Avrupa'sını küçümsediklerini de hissettiriyorlardı. Benim gibi bir çaysever için İngilizler'in çay tutkusu ve dünyaya iyi çayları armağan etmedeki öncü rolleri de ayrı bir takdir konusu.
MODERN MUTFAĞIN ÖNCÜSÜ
Fransız mutfağını övmek içinse bu sayfanın kısıtlı yazı alanı yetmez. O, modern dünya mutfaklarının öncüsü, kuşkusuz. Bu üstünlüğün bilinci, gururu ve hatta kibriyle, Fransızlar, diğer mutfaklara hep burun büktüler. Bundan iki yüzyıl önce geliştirilmiş, o günlerin mutfak anlayışına göre hazırlanan fazla yağlı, aşırı kolesterollü yemeklerin gözden düştüğünü zaman içinde çok geç fark ettiler. Bundan sonra da çok başarılı yön değişiklikleri de yapamadılar. Nitekim Fransa'dan çıkan, yiyeceklerin yarı çiğ servis edildiği "nouvelle cuisine", mutfak tarihine acı bir deneme olarak geçti. Şimdilerdeyse Fransız mutfağı eski köklerinden kopmaya, İtalyan mutfağına yaklaşmaya, "Akdeniz stili" uygulamalara ağırlık vermeye çabalıyor. Bugün Fransa'da Fransız restoranları dışında diğer mutfakların birinci sınıf örneklerini boş yere ararsınız. Pek çok alanda olduğu gibi mutfak konusunda da aşırı tutuculukları, bu ülkede yabancı mutfakların temsil edilmesini önler. Fransızlar'ın kendileri bundan rahatsızlık duymuyor, hatta bununla övünüyor olabilirler. Ama bizler gibi damak çeşitliliğini arayan yemekseverler sırf bu nedenden dolayı bile Londra'yı Paris'e tercih ederler. Kim bilir belki de 2012 Olimpiyatları'nı Londra'ya veren Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyeleri arasında bu kentin dünya mutfakları açısından zenginliğinin etkisinde kalmış kişiler de vardır. Bu mutfak kavgasından bizim de çıkaracağımız bir ders olduğuna inanıyorum. Avrupa'nın en güçlü liderleri arasında mutfak konusunun tartışılıyor olması mükemmel bir şey. Fransa'yı kıskanıyorum. Bu ülkenin Chirac gibi, kendi mutfağına güvenen, onunla övünen, siyasi mücadelede onu koz olarak kullanmakta hiç tereddüt etmeyen bir cumhurbaşkanı var.