İlk kez Napolyon kirazıyla karşılaşmamı hiç unutmuyorum. O güne dek açık renkli, gevşek etli, yavan tatlı kirazlara alışmışken, gerek insanı baştan çıkarıcı rengi, insanın gözünü doyuran iriliği ve o zamana kadar hiç tatmadığım lezzetiyle bir anda en favori meyvelerim arasında çileğin ardından ikinci sıraya oturmuştu. O günden sonra Napolyon gibi iddialı adı olmayan kirazlar bile kendilerine çeki düzen verdiler. Şimdi hepsinin tadı iyi, ağızda sert dokularıyla damağı okşuyor. Ancak Napolyon'un da daha görkemlisi varmış meğer. Geçtiğimiz günlerde Helsinki'de pazar tezgahlarında gördüğüm koyu kırmızı kirazların her biri fazla iri olmayan birer erik boyutlarındaydı. Hani dört tanesi bir porsiyona gelecek kadar. Kiraz, eğitimime katkısı olan bir meyve. Açgözlülük yapmamayı, başkalarının hakkına tecavüz etmemeyi küçükken, kiraz yerken öğrendim. Kiraz çanağından en irilerini seçerken, annem, sarsılmaz otoritesiyle o iyi kirazları başkalarının da yemek isteyebileceğini bana hatırlatırdı. Zaman içinde gözümü kapayıp çanaktan yiyeceğim kadar kirazı avuçlayarak tabağıma alma alışkanlığı edindim. Ama sofrada benimkilerden daha iri kirazları başkaları tabaklarına almış olurlarsa, gözümün kaldığını da itiraf ederim. Ünlü yazarımız Refik Halid'in "Kiraza, çileğe dair" adlı yazısını okuduktan sonra bu açgözlülüğümde yalnız olmadığımı görüp rahatladım. "Ortaya gelince evvela herkesin en iyilerini seçip sonra en fenalarını da yine, son adedine kadar derece derece ayırıp bitirdiği yemiş kirazdır," diyor üstat.
ARTIK 'BÜLBÜL' YOK
Bu yıl doya doya kiraz yedik. Gerçi son günlerini yaşıyor ama yine de sonu gelmiş değil. Çocukların aklını başından alan, rengiyle, tadıyla başdöndürücü bahar meyvesi, kiraz tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar lezzetli, albenili olmamıştı. Üstüne üstlük, bugünkü kuşaklar kirazın "bülbülünü" tanımadılar bile. Eskiden zaten kısacık olan kiraz mevsimi ikiye ayrılırdı, kiraz meyvesi yağmurlara yakalanmadan önce ve sonrası diye. Turfanda kiraz güvenliydi. Sezon sonuna yaklaştığında kirazlar kurtlanırdı. Bu meyve bugün olduğu gibi birbiri ardından ağıza atılmaz, önce ikiye yarılıp dikkatli bir gözlemden geçirilirdi. Hassas hanımların içi kalkmasın diye de kirazın kurtlandığını belirtmek gerektiğinde, "içinde bülbül var," denirdi. Aslında gururlanabiliriz, zira kiraz öz be öz bizim meyvemiz. Bütün Batı dillerinde de kulağa kiraz tınısı gelecek biçimde bir adı var; kirsche, cherry, cerise gibi. Eski Yunan'daki adı ise cerasus. Cerasus aslında Antikçağ'da kirazın anavatanının, Giresun'un adı. Cerasus zamanla Giresun olurken, bu bölgeden dünyaya yayılan meyve bu kez geri döndüğünde kiraz adını almış. Nitekim hangi ansiklopediye bakarsanız bakın, kirazın ilk kez Anadolu'da yetiştiğini okursunuz. Kirazın bilimsel adı ise "prunus avium". Yine bilimsel sınıflandırmaya göre, eriğin yakın akrabası. Literatürde 400 civarında kiraz türü belirlenmiş. Neolitik çağda bile bilinen, Eski Mısır'da da makbul bir meyve. Hatta Anadolu'nun çok eski çağlardaki sakinleri olan atalarımızın atalarının, üzümden şarap yapmayı bulmadan önce kirazdan şarap ürettiklerini söylüyor uzmanlar. Lucullus'u yemekseverler gurmelerin öncüsü olarak bilirler. Bugün onun ünlü bir general olduğunu tarihçiler dışında pek kimse hatırlamaz. İşte pirimiz, Lucullus,M.Ö. 73 yılında Avrupa'ya kirazı götüren kişi. Lucullus'un Roma'ya kirazı getirmesinden bir, iki kuşak geçmeden, henüz İsa Peygamber dünyaya gelmeden, Roma İmparatorluğu'nun gücünün yettiği ve iklim koşullarının elverdiği her bölgede değişik renklerde kiraz çeşitleri üretilir oldu. Batılı mürekkebi yalamışlar çoğu kez, "Mirim, Türkçe fakir bir dil. Falan sözcüğün karşılığı Türkçede yok," diye yakınırlar. Fakat Batı dillerinde ancak Latince adlarıyla ya da ekşi-tatlı gibi sıfatlarla birbirinden ayrılan kiraz ile vişne arasındaki açık seçik kavram farkı, güzelim Türkçemizden başka acaba hangi dilde vardır? "Arkamdan dut yetişmese, beni yiyenlerin boynu çöpüme dönerdi," dermiş kiraz. Bu özdeyişin ardında, 100 gramında 250 miligram gibi yüksek dozda potasyum içeren kirazın idrar söktürücü etkisi yatıyor. Kiraz aynı zamanda kilo almaktan korkanların dostu bir meyve. 100 gramında sadece 60 kalori var. Kirazdan meyvesi dışında da yararlanılıyor. Örneğin plastik öncesi dönemlerde en iyi sigara ağızlığı kiraz ağacının dallarından yapılırdı. Bugün bile esmerimsi kırmızı renkli tahtası ince marangozlukta torna işlerinde ve çalgı yapımında kullanılıyor.
KİRAZ ÇİÇEĞİ BAYRAMI
Japonya'da kirazın meyvesi değil, çiçeği, "sakura," önemli olan. Sakura, Japonların ulusal çiçeği. Her yıl nisan ayının ikinci haftası Sakura Bayramı "hana-mi"yi, yani daha açık çevirisiyle kiraz çiçeği seyretme bayramını kutluyor Japonlar. Her yıl hava tahmini yapar gibi ülkenin hangi kesiminde hangi gün kiraz çiçeklerinin açacağına ilişkin bilimsel tahminler yapılıp yayınlanıyor. Kiraz çiçekleri kumaş desenlerinden tabak çanak motiflerine, resim sanatına kadar her alana yansımış, kiraz çiçeğine şarkılar bile bestelenmiş. Bizde sevgilinin kiraz dudaklarına şairlerin beyitler düzmesi gibi, Japon ozanlar, "Sakura... sakura... noyamamo satomo..." diye başlayan, "Ey kiraz çiçeği, sen gözün alabildiği her yerdesin," türünden şarkılar bestelemişler. Kiraz çiçeğinin Japon hayat felsefesinde de yeri var. Ölümlerin en güzeli, bahar rüzgarının alıp savurduğu kiraz çiçeği gibi uçup gitmekmiş, sessizce... Yazımın başında Refik Halid'den bir alıntı yapmıştım. Yazımı yine onun cümleleriyle bitirmek istiyorum: "Yahudiye atfolunan bir adetten bahsederler: Kiraz tabağının üstünü bir bez ile örter, niyet çeker gibi kısmete ne çıkarsa seçilmeden yenilmesini temin edermiş. Biraz ayıp olur ama bir cihetten daha adilanedir. Bir cihetten diyorum, zira tam adilanesi bütün kirazları ölçüden, muayeneden geçirip sofradakilere iri, ufak, çürük, ne varsa bunların müsavi (eşit) adet üzerinden taksimidir. Uzun iş! Hem adalet ve müsavat (eşitlik) dünya yüzünde tam olamayacağına ve hayatımız tesadüf ve kısmetlere bağlı bulunmasına göre örtü, Davut Peygamber'in de hoşuna gideceği marifetli bir "hilei şeriye" sayılabilir. Amma bana her işte ve bütün ömrümce olduğu gibi- hep çürük, ham, ufak ve kurtlu kiraz çıkarmış; yanımdakine ise olgun, dolgun, kızıl ve tombalak! Ne yapalım, kısmetinde ne ise kaşığında o çıkar, derler. Mukadderatın önüne geçilmez; çürüğünden bile yediğine şükreder, hoş görür, geçersin. Bilmeliyiz ki, dünya nimetleri Yahudinin üzerine bez örttüğü kiraz tabağının içindedir, adalet nihayet o örtüden, hayat ise kısmetten ibarettir." Kiraz deyip geçmeyin. Bakın, erbabı rüzgarda savrulan kiraz çiçeklerinde ya da bir çanak dolusu kirazda bile ne derin felsefi anlamlar bulup çıkarabiliyor!..